Proof Of Life |
Aksiyon Filmlerinde görmeye alışkın olmadığımız bir isim olan Meg Ryan ile zaman zaman aksiyon filmlerinde de roller alan usta aktör Russel Crowe ile harika bir sinema şöleni.
"Yaşam Kanıtı", ne konusu ne de yönetmeniyle değil, başrol oyuncuları Meg Ryan ve Russell Crowe arasında yaşanan aşkla gündeme oturmuş; gişede ise başarıya ulaşamamış bir film. Bunun nedeni yönetmen Taylor Hackford'un idda ettiği gibi sette yaşanan fırtınalı aşktan çok; yeniymiş gibi duran ama tamamen demode olan hikayesi?
Filmde seyircinin ilgisini çekebilecek tek yenilik, profesyonel rehine buluculuğu olarak adlandırılan bir mesleğin varlığından belki de ilk defa haberdar olması... Globelleşen ekonomide uluslararası şirketlerin yeni pazarlar bulmak amacıyla Güney Amerika ve üçüncü dünya ülkelerine gönderdikleri insanların başına gelebilecek tehliki olaylar belki ilginç ve dramatik hikayeler çıkarabilir. Ama "Yaşam Kanıtı"nda olduğu gibi tamamen içsıkıcı bir filme de dönüşebilir.
Hikaye, Güney Amerika'da baraj yapımında çalışan mühendisin (David Morse) kaçırılması sonucu karısının (Meg Ryan) onu kurtarmak için profesyonel bir arabulucu (Russell Crowe) tutmasıyla başlıyor. Film bir taraftan Meg Ryan'la Russell Crowe'un, David Morse'u kurtarma çabaları ve bu esnada aralarında başlayan yakınlaşmaya eğilirken, diğer taraftan da kaçırılan mühendisin gerillalar arasındaki macerasını ele alıyor. Aslında filmin başarılı olmamasının belki de en büyük sebeplerinden biri bu oluyor. Çünkü hikaye ne ikili arasındaki aşka, ne de kaçırılan mühendise odaklanıyor. Her iki taraf da seyirciye yabancı geliyor ve özdeşleşme tam anlamıyla sağlanamıyor. Yönetmen Taylor Hackford, belki de seyircinin tepkisinden çekinerek (kadının kocası rehin, bir de aşk mı yaşar?) Alice ve Ted arasındaki ilişkiyi mümkün olduğunca alttan ele almaya çalışmış. Ama daha hikaye kurulurken, şirketi dahil olmadığı halde, Ted'in geri dönüp Alice'e yardım etmesi inandırıcı olmadığı gibi; hikaye ilerledikçe bu ikili arasında tam da anlayamadığımız bişeyler oluyor ve biz bunun aşk olduğunu ancak hafiften hissediyoruz. Çünkü film, ahlaki nedenlere yenik düşerek bu aşkı daha çok işlemek istemiyor veya işleyemiyor.
Taylor Hackford'un son iki filminde ( "Dolores Claiborne" ve "Devil's Advocate - Şeytanın Avukatı") iyice kendini hissettiren yönetmenlik hünerini, en çok mühendisin dağda olduğu bölümlerde görüyoruz. Belgeselcilikten gelme olan Hackford bu sahnelerde mühendisin yaşadığı dramı, gerillalar arsındaki ilişkiyi yoğun bir gerçekçilik duygusuyla perdeye taşıyor. Zaten tüm zorluklarına rağmen Hackford'un neden bu bölümleri gerçek mekanlarda (And Dağları) çekmekte direttiği anlaşılıyor.
Filmin Güney Amerika'da geçmesi ve kötü adamların da eski devrimci yeni uyuşturucu kaçakçısı gerillalar olması da tesadüf değil. Buralarda devlet, örgütler ve uluslararası şirketler arasında yaşananlar ve yoğun uyuşturucu trafiği yan öğeler olarak filmin içine serpiştirilmiş. Filmin başında Peter Bowman'ın şirketle ilgili stresi ve bunun sonucunda karısıyla tartışması, hikaye ilerledikçe biraz daha önemli hale geliyor çünkü hem Bowman karısının kendisi için önemini farkediyor, hem de uğrunda yaşadığı şirket, anında kendisini unutuveriyor. Büyük şirketlerin de son dönem Hollywood filmlerinde sıkça rastladığımız üzere filmin adeta kötü adamı olarak boy göstermesi "Yaşam Kanıtı" nda da gerçekleşiyor.
Son bir parentez de David Morse için açmak istiyorum. "Contact - Mesaj"da Jodie Foster'ın babası olarak, "Green Mile - YeşilYol"da iyi kalpli gardiyan karakteriyle ve son olarakta Trier'in yüreklerde iz bırakan başyapıtı "Dancer In The Dark - Karanlıkta Dans"da önce iyi, sonra kötü olan polisi canlandıran Morse; burda da Meg Ryan'ın kaçırılan mühendis kocası rolünde en inandırıcı performansı ortaya koyuyor. Seyirciye ilk başta antipatik gelen bir karakteri film ilerledikçe "insanlaştırmayı" başarıyor. Özel bir seyircisi olarak filmde beni en çok mutlu eden şeyin Morse'un varlığı olduğunu da belirtmem gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder