Sinema Sohbeti

22 Mayıs 2011 Pazar

Kült Filmler Serisi - Dark City

Alex Proyas'ın belirsiz bir zamanda ve kesintisiz karanlığın hüküm sürdüğü isimsiz bir şehirde geçen "Dark City"si, 90'lartn sonunun bilimkurgu severlere sunduğu güzel bir sürprizdi. Bellekleri değiştirilen sakinlerle ve herkes uyurken hareket eden, yer değistiren binalarla donatılmıs, üzeri kesif bir kuşku hissiyle kaplanmış olan bu gizemli şehir, bilimkurgu sinemasının en etkileyici "kapalı dünya"lanndan birini sunuyordu. "Metropolis"ten "Blade Runner"a uzanan kulvarın sakinlerinden olan "Dark City", ayrıca çok daha büyük bir şöhret yakalamış olan "The Matrix"in öyküsünü dayandırdığı kavramlara da daha önce el atmış olmak gibi bir konuma sahip.




Alex Proyas "Dark City"nin hareket eden binalarına, "The Crow"un setindeki binaların bir yerden bir yere taşınmasını izlerken kapıldığı tuhaf his sonucunda karar vermiş. "Dark City"deki haliyle, gerçekten sinemada benzerine pek rastlayamayacağınız, rüya gibi bir görüntü bu. John Murdoch binadan binaya atlayarak kaçarken ayağını basacağı, eliyle tutunacağı şeyler sürekli değişi-yor. Yerden binalar bitiyor, var olan binalar hareket ediyor, uzuyor, genişliyor. Canlanmış görünen taştan coğrafya, gacırdaya gacırdaya başka bir şeye dönüşüyor. Bilimkurguda gerçeklik zemininin kahramanın ayaklarının altından kayması sıkça karşımıza çıkan bir durum-dur ama, konunun böylesine kelime anlamıyla ve böylesine ürpertici bir temsiline rastlayamazsınız. Sırf kentin ayarını içeren bu sahneyle bile "Dark City" sinema tarihinde kendine bir yer buluyor.


Ayaklarının altından kayan kent, aslında John Murdoch'ın son sağlam zemini. Filmin başında sallanan bir ışığın altımda, pis bir otel banyosunda gözlerini açıyor. O da o kadarını biliyor, hiçbir şey hatırlamıyor. Alnında kan izi var. Kıyafet, Shell Beach diye bir yeri gösteren bir kartpostal, bir bavul, kanlı bir bıçak ve yerde üstüne kanla spiraller çizilmiş bir sarışının cesedini buluyor. Bir de sürekli duraklayarak, nefes nefese konuşan birisi onu telefonla arayıp hafızasını kaybettiğini ve peşinde birilerinin olduğunu, onu almaya geldiklerini söylüyor. Hızla oradan çıkıyor, resepsiyondan adamın "J. Murdoch" olduğunu, üç haftadır o otelde kaldığını öğreniyor ve otelden dışarı adım atıp kendini bilinmezliğin içine fırlatıyor.


Tühaf Bir Şehir ve "Yabancılar"
Bu başlangıç, bir dedektiflik öyküsü başlangıcı olarak hayli kullanışlı. Proyas baştan birçok soru soruyor ve birçok ipucu veriyor. Biz bu noktada John Murdoch'tan iki adım öndeyiz: Schreber'in filmin geneline bakarsanız pek de hayati olmayan açılış konuşmasını dinliyor ve "Yabancılar" dediği birtakım tuhaf insansı varlıklardan haber-dar oluyoruz (bu erken açıklamanın filmin tadını kaçırdığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil) ve şehrin saat tam 12'de tam anlamıyla "durmasına" şahit oluyoruz. Her şey duruyor: Arabalar, tramvaylar, insanlar... Bütün şehir olduğu yerde uykuya dalıyor. Murdoch da işte bu uykunun sonuna doğru, bir kabusun içine uyanıyor.


Bir süre sonra açılış konuşmasında bahsi geçen Yabancılarla ve onlann "Tuning" (Ayar) denen yetenekleriyle tanışıyoruz. Bütün şehir üzerinde bir deney yürütmekte olduklarını, insanların anılarını alıp değiştirdiklerini (Murdoch'ın alnındaki kan izi böyle bir anı zerkinin yarım kalmasının sonucu), farklı anılarla uyanan insanların tamamen değişik kişiler haline gelip gelmediğini araştırdıklarını, nihayetinde de insanı insan yapan şeyin ne olduğunu öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Schreber bu kolektif bilince dayalı ırkın neslinin tükenmekte olduğunu ve kurtuluşu insanın "ruh"unda aradıklarını söylüyor. Murdoch'ın belası bu süreç içinde ikiye katlanıyor. Çünkü Yabancılar'a ait olan Ayar yeteneğine sahip olduğu ortaya çıkıyor. Yabancılar evrim yolculuğundaki bu yeni adımdan hemen haberdar olu-yor ve artık deneylerinin sonuna geldiklerine, Murdoch'ın zihninin içine sahip olduklarında hedeflerine erişeceklerine karar veriyorlar.
Bu arada Murdoch, bu her daim karanlık, güneş yüzü görmeyen şehirde etrafına özenle kurulmak istenmiş hayatın ancak kırıntılarını hatırlayarak, labirentin içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Önce bütün delillerin aksine azılı bir katil olmadığını öğreniyor, sonra evini ve karısını buluyor, ama onların da gerçekliğinden emin olamıyor. Ehliyetinden adındaki Jin John'un baş harfi olduğunu öğrendiğinde yüzünde beliren rahatlama, yerini sürekli bir kaygıya bırakıyor.


Ulaşılamayan Sahil
Dark City'nin dünyası, "Truman Show"dakine, "The Matrix"dekine benzer bir paranoyanın eseri. Ancak "Truman Show" yapay dünyasını TV dizisi benzeri bir görüntüyle, "The Matrix" ise bire bir günümüz metropolü imajıyla donatırken, "Dark City" bir kabusun gerçeküstülüğüne yöneliyor. Sanki bir dedektiflik filminin, bir kara filmin motifleri ve taşları, rüya aleminin içine saçılmış gibi duruyor. Elbette deneyin sürmesi için herkese her şeyin normal görünmesi gerekiyor. Ancak "Ayar" sırasında şehri görmeyen biri için bile her şey tam anlamıyla tekin değil. Son derece kontrollü bir ortamda, büyük bir sıkhkla zihinlerine müdahale etmeleri sonucunda çevrelerini kabul ediyorlar ama, hafızalarının pek ayrıntılı ve derin olmaması, örneğin Shell Beach gibi herkesin bildiği bir yere nasıl gidildiğini tam olarak hatırlayamamaları ve yakın bir zamanda gündüz vaktine ait herhangi bir anıya sahip olmamaları gibi hayli kuşkulandırıcı gediklerden mustaripler.


Çoğu kara filmde kahramanın düşlediği son durağı (yani ele geçirdiği parayı yediği yer) olan "güneşli sahil", kara film kalıplarına epey yer veren bu fîlmde de Shell Beach ismiyle rüya hedef haline geliyor. Gün yüzü görmeyen, ıslak sokaklarla, pis kanallarla, titrek ışıklarla ve gökyüzüne yükselen dev karaltılarla örülmüş bu kente çarpıcı bir tezat oluşturan Shell Beach'e ulaşmak, labirentten çıkmakla aynı anlamı taşıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aksiyon Filmleri