tag:blogger.com,1999:blog-29216315632591701602024-03-04T20:58:54.373-08:00Aksiyon Filmlerifilmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.comBlogger96125tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-70377705013635371762011-10-16T14:40:00.000-07:002011-10-16T14:40:51.028-07:00Howard'ların Sonu FilmiFilm, yüzyıl başı İngiltere'sinde geçiyor..<br />
Ivory ve senaryo yazarı R.P.Jhabwala, döneme nostaljik bir bakış açısıyla değil, belirli bir tarihsel perspektifle bakmayı de-nemişler. Sınıf ilişkilerinin katılığı, işsizlik, dönemin ahlaki yapısı, erkeğin aile ve toplumdaki kesin hakimiyeti ve her şeyden önce, kadının erkek karşısında kendi kimliğini bulmaya çalışması... Bu bağlamda bakıldığında "Howards End", kadının tarafını tutan ve kendi içinde ahlaki bir tartışmayı sürdüren, bu tartışmada da burjuva ahlakını sapına kadar yargılayan çok incelikli sahnelere, diyaloglara sahip bir film.<br />
Bu arada bir şeyin altını mutlaka çizmek gerek. Ivory, çok sağlam bir oyuncu yönetmeni, oyunculardan çok iyi performanslar elde ediyor. Özellikle Emma Thompson, Anthony Hopkins ve Vanessa Redgrave, karakterlerin içine öylesine iyi nüfuz etmişler ki, oyunculuktaki bu soğukkanlı İngiliz ekolüne hayran olmamak elde değil...<br />
Ayrıca Ivory iyi bir hikaye anlatıcısı. İlkyarıda bütün karakterleri sakin ve ağır bir biçimde tanıttıktan sonra, ikinci yarı filmin temposunu çok yerinde bir biçimde hızlandırıyor. Fakat bu temponun yükselmesi, hikayenin çok iyi anlatılmasından ve karakterler arası gerilimlerin çok iyi işlenmiş olmasından kaynaklanıyor.<br />
<pre style="white-space: pre-wrap; word-wrap: break-word;"><a href="http://feeds2.feedburner.com/sinemadunyasi">http://feeds2.feedburner.com/sinemadunyasi</a> <a href="http://twitter.com/Emineoban4">http://twitter.com/Emineoban4</a> </pre>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-22774486341245891112011-10-09T09:23:00.001-07:002011-10-09T09:23:20.382-07:00Aksiyon Filmlerinin Yükselen İsmi Dominic PurcellDoğum adı Dominic Haakon Myrtvedt Purcell olan oyuncu, 17 Şubat 1970 yılıında İngiltere de dünyaya gelmiştir. Bir süre Merseyside şehrinde yaşantısını sürdüren başarılı oyuncu 5 tane kardeşin en büyüğüdür. İlk olarak ismini duyurmaya başladığı Fox televizyonlarında John Doe karakteriyle dikkat çekmiştir. Ancak tam olarak yıldızının parlaması, Prison Break dizisindeki Lincoln Burrows karakteri ile olmuştur. Dizi dünya çapında izleme rekorları kırarak, her bir bölümü aranır ve defalarca izlenir hale gelmiştir. <br />
<br />
Bu başarılı dizi maratonu ardından 2000 senesinde Ulrich karakteri ile Görevimiz Tehlike 2 filminde rol almıştır. Ardından 2002 senesinde Equilibrium'da Seamus, 2003 Visitors filminde Luke karakterleri ile sinemada kariyerini devam ettirmiştir. Tekrar gündeme gelmesini sağlayan film iste herkesin yakından bildiği 2004 yapımı Blade – Trinity filmi ile olmuştur. Dominic aynı zamanda bu filmleri çekerken 2005 ve 2009 seneleri arasında Prison Break dizisine devam etmiştir. Ardından bir süre beyaz perdeye ve dizi çekimlerine ara veren oyuncunun 4 tane çocuğu bulunmaktadır.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-45068648885757879932011-09-25T18:46:00.001-07:002011-09-25T18:46:41.212-07:00Andrina Filmi 1981Yönetmen: Bill Forsyth<br />
Senaryo: Bill Forsyth. George Mackay Brown (Hikaye).<br />
Oyuncular: Cyril Cusack. Wendy Jane Morgan. Sandra Voe.<br />
<br />
<b>Filmin Konusu</b>: Andrina hakkında, BBC televizyonunda gösterilmiş olduğu ve o zamandan beri hiç görülmediği dışında çok az şey bilinir. Forsyth filmografisinden bir filmin kaybolması acı verici biçimde hüzünlüdür. Anlaşılması daha da güç olan, filmin BBC'ye ait olduğu ve filmi hemen yarm piyasaya sunabilecek olmalarıdır. Başrol oyuncusu Wendy Jane Morgan bile sinema ve televizyon dünyasından yok olmuştur; Andrina onun tek filmidir. Filmi tekrar seyretmekten samimiyetle çok mutlu olurdum.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-46989643215813764842011-09-24T10:40:00.001-07:002011-09-24T10:40:17.154-07:00Rod SteigerBiyografik rolleri oynamaya eğilimliyken (Al Capone, Mussolini, W.C. Fields, Napoleon) George C.Scott'm oynayıp Akademi Ödülü kazandığı General Patton rolünü geri çevirmişti. Patlamaya hazır konuşması fark edilmesini sağ-lamışür ve bunun en iyi örneği The Big Knife (Büyük Bıçak) filminde canlandırdığı film yapımcısı karakteridir. On the Wa-terjront filminde Brando ile oynama şansını yakaladı, ama bir-likte bir takside oldukları meşhur sahnede, Marlon Brando orada değildi, psikiyatrı ile randevusu olduğu için setten erken ayrılmıştı. Sahnenin çekim sırası geldiğinde filmin yönet-meni Elia Kazan, Brando'nun yerine geçmiş, böylece Steiger'in konuşmasını yapabileceği biri olmuştu.<br />
<br />
Steiger bazı ilginç ve çelişkili rolleri oynamaya devam etti: No Way to Treat a Lady filminde bir seri katil, The Pawnbroker (Tefeci) filminde zulme uğrayan Yahudi dükkan sahibi, Sergio ,Leone'nin A Fistful of Dynamite (Yabandan Gelen Adam) filminde haydut rollerini oynadı. Ve Fred Zinnemann'm Oklahoma filminde Steiger'e Judy Fry rolünde şarkı söyleme fırsatı sunuldu.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-67277930031193743422011-09-24T10:36:00.000-07:002011-09-24T10:36:11.422-07:00Happy Birthday, Wanda JuneHarold Ryan, yedi yıl sınırlarda yaşadıktan sonra Amazon'daki ailesinin yanına döner. Ryan'ın karısı Penelope, kocasınm olmadığı bu yıllar boyunca çocukları Paul'u (Steven Paul) yetiştirmekle uğraşmış, yörenin doktoru Wood-ley ve elektrikli süpürge satıcısı Herb Shuttle'ın tutkulu ilgilerinden kendini korumaya çalışmıştır. Ryan, adamlara dayılanarak unuttuğu ailesinin sorumluluğunu almaya çalışır ama karısının artık bıraktığı kişi olmadığını anlar; karısı artık düşünen, zeki birisidir ve ona olan sevgisi devam etmektedir.<br />
<br />
Film oldukça abartılı ama çatışmalar ve oyunculuklar, özellikle Susannah York'un oyunculuğu mükemmel. Karakterlerin hepsi kendi travmalarını pimi çekilmeye hazır bir el bombası gibi taşıyorlar. Steiger'in canlandırdığı karakter patlamadan sadece birkaç santim uzak olsa da, William Hickey'in canlandırdığı Harper infilak etmeye hazır: Hiroşima'ya son bombayı atan kişi o.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-75660874690387009962011-09-24T10:33:00.000-07:002011-09-24T10:33:22.255-07:00Yönetmen Andrew V. McLaglenAktör Victor McLaglen'in oğlu, asıl olarak western filmlerinin yönetmeni, ustalığmı televizyonda-ki Have Gun vVill Travel, Rawhide ve Gunsmoke dizileriyle kazandı. Wayne ve Stewart'ın Chisum (Ben İstersem Yaşarsın) ve Shenandoah (Şerefli Kahramanlar) gibi filmlerini yöneterek birçok başarı sağladı. Ama en büyük gişe başarısı sağlayan işi, atını serbest bırakıp Richard Burton ve Roger Moore ile çektiği savaş filmi The Wild Geese (Yaban Kazları)'dir. İki metrenin üzerindeki boyuyla çok etkileyiciydi.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-30099226378448218142011-09-24T10:29:00.000-07:002011-09-24T10:29:34.781-07:00Fools' ParadeMattie Appleyard (Slewart)'ın liderliğindeki mahkumlar, Mattie'nin birikmiş parasının yarımı ve Lee'nin bir bakkal dükkanı açma sevdasıyla yeni bir hayata başlamak üzere hapisten çıkarlar. Mattie'nin parasını çalmak isteyen eski gardiyanları 'Doc' Council (Kennedy) peşlerindedir. Batı Virginia'da Moundsville kasabasında, kasaba halkı üçlünün doğru yolu seçme şansının önüne çıkar. Yine de Mattie ve arkadaşları kasabanın randevu evinin sahibi Cleo (Baxter) ile dostluk kurarlar.<br />
Mattie'nin cam gözleri o kadar rahatsızlık vericiydi ki, Jimmy Stewart çekimlerde ancak 20 dakika taktıktan sonra çıkarmak zorunda kahyordu. Filmin gösterime girmesini engelleyen Anne Baxter'la ilgili bir miras konusu hakkında yargı kararı gibi görünüyor.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-26985845368001627542011-09-24T10:27:00.000-07:002011-09-24T10:27:56.689-07:00Days and Nights in the Forest FilmiDört genç adam kırsal kesime giderler ve iki saygıdeğer kadınla tanışırlar. Hepsi birbirlerinden farklıdırlar ama aralarında ölçülü bir cinsel kimya gelişir. Sonunda erkekler geri dönmek üzere yola çıktıklarında kadınlardan birinin hayatı, hayatın sunabilecekleri konusundaki uyanışla sonsuza dek değişir. Adamlar artık asla eskisi gibi olamayacaklar, kırsal kesim insanları hakkındaki görüşleri gelişecek, şehirli kibirlilikleri ebediyen ezilecektir.<br />
<br />
Şiirsel bir dinginlik ve büyüleyiciliğe sahip Days and Nights in the Forest insam anlama üzerine bir ilahi, duyguların şarkısı, sinematik bir cevher. Ray'in filmlerinde bir ihtişam vardır ve bize lirik bir miras bırakmıştır.filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-49183388282215355932011-09-24T10:15:00.000-07:002011-09-24T10:15:42.717-07:00Kasımda Aşk Başkadır<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Yönetmen</b>: Robert Ellis Miller Senaryo: Herman Raucher</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Oyuncular</b>: Sandy Dennis (Sara Deever), Anthony Newley (Charlie Blake), Theodore Bikel (Alonzo).</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Filmin Konusu</b>: Tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktan muzdarip Sara Deever, evine her ay bir adam almaktadır. Adamları dikkatle seçer ve özellikle güvenilmez, duygusal özürlü olanları tercih eder ki sonunda rahatça gönderebilsin. Ama Kasım ayı gelir ve Charlie Blake'i ona getirir; birbirlerine aşık olurlar. Charlie sevdiğinin ölmekte olduğunu öğrendiği için kısa ve buruk bir ilişkidir bu.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Çekici ve karşı konulamaz <a href="http://www.filmler.com.tr/elestiri/kasimda-ask-baskadir.html"><b>Sweet Novembe</b>r</a> bir görenin bir daha unutamayacağı bir film. Gerçi artık nadiren görülebili-yor. Yakınlarda <b><a href="http://www.filmler.com.tr/biyografi/keanu-reeves.html">Keanu Reeves</a></b> ve <b><a href="http://www.filmler.com.tr/biyografi/charlize-theron.html">Charlize Theron</a></b>'la yeniden çevrimi yapıldı ve sonuç felaket oldu. Orijinal film iyi yöneıimi ve oyuncular arasındaki kimya nedeniyle mükemmeldi. Dennis, çılgın ama sevgi dolu Sara rolünde son derece inandıncıyken, tüm İngiliz oyuncular içinde en yetenekli ve en çekicilerinden biri olan Newley, Charlie rolünde bütün geçmiş başarılarının üzerine çıkıyordu. Film bir kült ve görmüş olanların favori filmlerinden biri haline geldi.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">En son Channel 5'de izlenmişti ama şimdi kaybolmuş gibi görünüyor. Video şirketleri gerçekten bu filmi yeniden dirilt-meli ve iyi bir hikaye ile muhteşem oyunculuk ihtiyacmı tatmin etmeliler. Muazzam biçimde hatırlanmaya değer.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sandy Dennis: Who's Afraid ofVirginia Woolf? (Kim Korkar Hain Kurttan?) filmindeki rolüyle En İyi Yardımcı Kadm Oyuncu ödülünü kazanan Sandy Dennis, kendini mesleğin zirvesindeki isimlerin yanına taşıyan bir dram ve komedi oyuncusuydu. Jack Lemmon'la oynadıkları The Out of Towners'da komedi yeteneği, Robert Altman'm Come Back to the Five and Dime, Jimmy Dean, Jimmy Dean adh filminde dramatik yetenekleri öne çıkar.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-1590695156046799282011-09-22T11:05:00.000-07:002011-09-22T11:05:42.115-07:00Asaya Klyachina'nın Hikayesi<div style="text-align: right;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>The Story of Asaya Klyachina</b></span></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Yönetmen</b>: Andrei Konchalovsky</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Senaryo</b>: Yuri Klepikov</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Oyuncular</b>: Iya Savvina (Asaya Klyachkina)</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Filmin Konusu</b>: Asaya Klyachina (Savvina) çingenelerle birlikte dans ederek Rusya'yı dolaşan bir dansçıdır ve sadece yeteneğiyle hayatta kalmaya çalışmaktadır. Yaşamında ve aşklarında tutkuludur. Kaderini, eğlenmesini, kederini seçer ve mutluluğu bulur, geçici olması önemli değildir.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">1988 Berlin Film Festivali'nin galibi film, yönetmenin A Nest of Gentlefolk filminden üç yü önce çekilmesine rağmen ikincisinin bütün karakteristliklerini taşıyarak izleyenlere bir göz ziyafeti yaşatır. The Story of Asaya Klyachina kelimenin tam anlamıyla bir klasik.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu filmin karşı karşıya olduğu kayıtsızlıktan kurtulması için tek umut Tartan ya da Criterion gibi sanat sineması video şirketlerinin DVD'sini çıkartması.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Andrei Konchalovsky</b>: Yönetmenlikten önce Andrei Tarkovsky için senaryo yazarı olarak çalıştı. A Nest of Gentlefolk'taki muhteşem karakter çalışması ve görsel tatla Batının ilgisini çekti. Runaway Train filminde yönettiği Jon Voight tarafından Amerika'ya gitmesi için yüreklendirildi. Konchalovsky, Rus filmleriyle isim yaptı; çalışmalarını içeren bir retrospektif gösterisi için geç bile kalındı.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-55806990157161873452011-09-21T21:34:00.000-07:002011-09-21T21:34:43.171-07:00Sammy Going South 1963Yönetmen: Alexander Mackendrick<br />
Senaryo: Denis Canan, WH Canavvay (Hikaye).<br />
Oyuncular: Edward G Robinson (Cocky Wainwright), Fergus McClelland (Sammy)<br />
<br />
Filmin Konusu: Sammy (McClelland), Mısır'da bir hava baskını sırasında kimsesiz kalmış bir çocuktur ve bir ailenin yanına evlatlık verilir. Mutsuzdur, Güney Afrika'da yaşayan bir teyzesi olduğunu öğrenir ve yanında yönünü bulmak için sadece oyuncak bir pusula olduğu halde yola koyulur. Uzun yolculuk tehlikeli, karşılaştığı insanlar tekinsizdir: onu kaçırmak isteyen bir Suriyeli, Amerikalı zengin bir turist ve Cocky Wainwright (Robinson) adlı yaşlı bir elmas kaçakçısı. Cocky Wainwright yakalanana kadar çocuğa akıl hocalığı eder.<br />
<br />
Filmin bir kısmı, özellikle Suriyeli ile çocuk arasında geçen eğlenceli bölüm, filmin ilk sinema gösteriminde önce kesilmişti. Ekipten iki kişinin yılan ısırığıyla ölmesi ve Edward G. Robinson'un kalp krizi geçirmesi gibi sorunlarla da boğuşan film yine de coşkulu bir takdir kazandı.<br />
<br />
Birkaç yıl önce Channel 4'de gösterilmişti ama hala DVD ya da VHS olarak mevcut değil.<br />
Alexander Mackendrick: Bir balıkçı kasabasıyla ilgili The Magpie adında küçük bir film çıkarıp, sadece birkaç yıl sonra güçlü dram filmi Sweet Smell of Success'de Burt Lancaster ve Tony Curtis'i yöneten bir yönetmen. Ne gariptir ki Sweet Smell ofSuccess ilk gösteriminde bir gişe ve eleştiri felaketi yaşamış olsa da, dedikoducu köşe yazarları üzerine bir hikayeyi anlatan film o zamandan beri Mackendrick'in yönettiği en iyi film olarak bilinir. Ealing komedilerini yazıp yöneterek sine-maya giren Mackendrick'in ilk filmi Whisky Galore'dir. Daha sonra The Man in the White Suit filminde Alec Guinness'i yönetti. Bazı filmleri pek iyi olmasa da hoş bir film olan Sammy Going South, genç oyuncusu Fergus McClelland ve Macken-drick'in çocukları yönetmedeki hüneri sayesinde bir istisnadır. Daha önce de Mandy filminde bir sağır dilsizi oynayan genç oyuncu Mandy Miller'i yönetmişti. Çocuklarla çahşmamaktan söz eden eski sinema deyişini silen Mackendrick şunu savunuyordu: 'Çocuklar genellikle yetişkinlerden daha iyi oyunculardır, çünkü bir duruma inanmak için çok geniş bir kapasiteleri vardır.'filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-10312056075486401182011-08-06T13:34:00.000-07:002011-08-06T13:34:58.790-07:00Film Estetiği<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Temel ilkem şudur: film üstüne yapılan çalışmaların yalnızca filme ait bir dünya içinde, bütün yabancı kavram ve metodların kapı dışarı edildiği, içine kapanık ve kendine özgü söylemi olan bir evren içinde yapılması gerekmez. Film üstüne çalışmalar başka iletişim araçları, öteki sanatlar ve ifade biçimlerindeki değişimler ve gelişmelere ayak uydurmalı, bunlar karşısında tepkisiz kalmamalıdır. Uzunca bir süreden beri film estetiği ve film eleştirisi, en azından Anglosakson dünyada, bir ayrıcalığı olan, daha geniş düşün alanlarında ne olup bittiğine hiç aldırmaksızın düşüncenin tehlikeli bir biçimde kendi başına buyruk geliştiği özel bölgelerdi. Sinema yazarları dilbilim diye bir şey yokmuşçasına sinema dilinden söz açmakta ve Marksist diyalektik kuramından habersiz olmanın verdiği cahilane mutlulukla Eisenstein'ın montaj kuramım tartışmakta kendilerini özgür hissediyorlardı.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bakış açısının derinliği ise her şeyden önemli, çünkü genel estetik çalışmalarımda film estetiğinin merkezi bir yeri var. Her şeyden önce sinema tamamıyla yeni bir sanat, yaşı henüz bir yüzyılı bile bulmadı. Bu da estetiğe daha önce eşi görülmemiş bir görev yüklüyor; pek az şey yeni bir sanatın ortaya çıkışı kadar önemli, ciddi bir olaydır: ortada eşi görülmemiş bir görev ve inanılmaz fırsatlar var. Orpheus ve TubalKain'in* antik, uzak ve huşu veren müzik sanatının efsanevi kurucuları olarak bin yıldır saygıyla anılmalarını sağlayan şeyi Lumiere ve Melies nerdeyse yaşadığımız çağ içinde gerçekleştirdiler. İkinci olarak sinema yalnızca yeni bir sanat değil, aynı zamanda farklı ifade kodları ve kipleri kullanarak farklı kanallarda, farklı duyum bölgelerine yaym yapan öteki sanat ları birleştiren ve içeren bir sanattır. Sinema sanatlar arasındaki farkları, benzerlikleri, sanatların birbirine dönüştürülebilme ya da birbirinden aktarma yapabilme olasılıklarını, yani farklı sanatlar arasındaki ilişki sorununu en canalıcı biçimde ortaya koyar: Wagner'in gesamtkunstwerk* anlayışı ve Brecht'in Wagner eleştirisiyle sorguladığı estetik sorunlarını, insanı Baudelaire'in correpondances'ı ve Lessing'in Laokoörium** götüren sinestezi kuramının sorunlarını göz önüne çıkarır.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Buna rağmen sinemanın estetiğe hemen hemen hiç etkisi olmamıştır. Üniversiteler gerçeklikten yoksun, enerjisini tüketmiş, ortaya atılan iddiaların büyüklüğü altında felce uğramış ve kokuşmuş bir estetik hayaletirü sahnelerde gösteriye çıkarmaya devam ediyorlar. Birçok esthetic yazarı işi sinemaya herhangi bir statü hakkı tanımamaya kadar götürdü; onu görmezlikten gelip alıştıkları işlere geri döndüler. Estetiği yenilemek için türlü girişimlerde bulunuldu, fakat bu girişimler türlü sanat dallarındaki gelişmelerden kaynaklarıacağı yerde çoğunlukla akademik disiplinlerle psikolojik testier, istatistiksel sosyoloji, dilbilim felsefesi kurulan ilişkilerden kaynaklarıdı. Estetik yazarlarının sinemaya hayranlıkla sarılmamaları inanılması güç bir olay. Ara sıra Pudovkin, Eisenstein ya da Welles'in adı araştırılıyor belki ama genelde iç karartıcı bir ihmal, bir ilgisizlik söz konusu.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">RuslarKuleşov, Pudovkin, Eisenstein 1920'lerde zorla böyle bir ilgi çekmeyi becermişlerdi. Ama elbette benzersiz bir konumda ürün veriyorlardı. Bolşevik devrimi eğitim ve başka her alanda varolan eski düzeni silip süpürmüştü; akademik tutuculuk tam anlamıyla bozguna uğramıştı. Estetik uzmanları sanatın avangardlarıyla yakın ilişki içine girmişlerdi; o günler Rus Formalizmi'nin doruk noktasıydı; şairler ve roman yazarları ile edebiyat eleştirmenleri ve kuramcılari arasinda bir işbirliği söz konusuydu. Gerçekten de önde gelen eleştirmenlerin birçoğu aynı zamanda şair ya da roman yazarıydı. Sinema da kuşkusuz bundan payını almıştı. Formalistlerin çoğu örneğin roman yazarı ve edebiyat kuramcısı olan Tynyanov sinemada senaryo yazarı olarak çalışıyordu. Eski akademik düzenin yıkılması entelektüel ortamın zayıflamasına değil, yoğunlaşmasına neden olmuştu. Akademik hiyerarşi yerine, özgün bir entelijansiya billurlaşıyordu: ciddi gazetecilik ve polemik çevrelerinin canlanması sonucunda oluşmuş bir entelijansiya. Özellikle Victor Şklovski gibi edebiyat kuramcıları, manifestolar ve saldırgan makaleler yayımlıyor, Lef gibi dergilerle seve seve işbirliği yapıyorlardı. Bu kuşkusuz bir geçiş dönemiydi: </span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Hemen ardından yeni bir tür ağdalı akademi yükselecekti.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Eisenstein'ın kendi kendini eğitmiş, ciddi bir akademik eğitimden yoksun ya da yanlış dalda eğitim görmüş olduğunu öne sürüp onu küçümsemek ve önemini görmezlikten gelmek mümkündür, fakat bugün pek az kişi böyle bir riski göze alabilir. Çalıştığı koşulların zorluğu ve bilgisinin eksikliğine rağmen Eisenstein sinemanım ilk ve muhtemelen hâlâ en önemli kuramcısıdır. Şimdi yapılması gereken şey Eisenstein'ın ciltler dolusu yazılarını yeniden değerlendirip bunları eleştirel bir çerçeve içine oturtmak; merkezi sorunsal ile kavramsal araçları sapma ve tehlikelerden kurtarmaktır. Hemen hemen her ülkede, film estetiği üstüne yapılmış çalışmaların ilk önekleri Eisenstein'ın güçlü etkisini sergiler. Bunun nedenlerinden biri Eisenstein'ın yönetmen olarak uyandırdığı saygıda yatar. Hayal gücünü zapteden temel düşünce Eisenstein'ın montaj kuramı olmuştur. Onun bu konudaki görüşlerine dayalı olarak ortaya çok sayıda düzeysiz örnek çıkmıştır. Ve kuşkusuz bu Ortodoks yaklaşıma tepki olarak karşıt bir akım gelişmiş, ayrım (sequence) yerine çekimin (shot), durağan kamera yerine hareketli kameranın önemi vurgulanmıştır. Bana öyle geliyor ki bugün ihtiyacını hissettiğimiz şey, Eisenstein'ın kuramlarını bütünüyle reddetmek değil, bu kuramları eleştirel bir yaklaşımla yeniden gözden geçirmek, bunların değerini fark etmek; bu kuramları kanun maddeleri gibi değil, yeni bir anlayış içinde, hem Eisenstein'ın kendisinin hem de onun içinde çalıştığı kültürel topluluğun ürünü olan karmaşık düşünce akımı içinde görmektir.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-77644267247073807852011-06-16T19:56:00.000-07:002011-06-16T19:56:52.989-07:00Filmler.com.tr<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sinema tutkunlarını sevindirecek bir haberimiz var. Tüm <a href="http://www.filmler.com.tr/">filmler</a>, oyuncular ve yönetmenler hakkında bilgi alabilecekleri, yorum yapıp başkaları tarafından yapılan yorumları okuyabilecekleri, beğendikleri filmleri kendi profillerinde listeleyebilecekleri yep yeni ve kaliteli bir sinema portalı yayına girdi.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bir sinema izleyicisinin ihtiyacı olan herşey düşünülerek oluşturulmuş bir platform olan <a href="http://www.filmler.com.tr/">Filmler.com.tr</a> diğer portalların aksine, sağdan soldan toplanmış bir bilgi yığını olmanın çok ötesinde! bu sitede sektörden en yeni haberler, videolu röportajlar ve film setlerinden resimler ile birlikte havadisler almanız mümkün. Türkiye'nin neresinde olursanız olun size en yakın sinema salonlarını öğrenebilir ve bu salonlardaki filmlerin seans saatlerine bakabilirsiniz. Artık vizyondaki filmleri kaçırmayacaksınız. En doğru film seçimini yapabilmeniz adına eski ve yeni filmler hakkında geniş bilgiler içeren yüzbinlerce film sayfasına paralel olarak istediğiniz türdeki filmlere daha kolay bir şekilde ulaşabilmeniz için geliştirilen top10 menüsüyle dilediğiniz türde ve yıllar arasında listeleme yaparak, site üyelerinin verdiği oylarla belirlenen en iyi filmleri listeleyebilirsiniz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sinemadaki filmler artık sadece bir tık uzağınızda! ayırca eski filmler hakkında bilmek istediğiniz herşey bu sitede!</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Hemen üye olarak sizde kendi sinema profilinizi oluşturabilir ve tamamen ücretsiz olan sitenin tüm avantajlarından yararlanabilirsiniz.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-54313836303375871382011-06-13T07:18:00.000-07:002011-06-13T07:18:31.828-07:00Barbarella Filmi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6GXtr4O5FrG4LztDk2Hqjn7s_5LHE37mfnvMISE1Iq6R2Cv72Uzn57ZmGRqKmEZhxMGB6LWK86e5T8OiZ5Sx5iwZLB5aulSu0tX2KfpeChJB2rKJiEW9ytVl7_ZoVN23y4CENClh-x2uk/s1600/Barbarella-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><img border="0" height="221" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6GXtr4O5FrG4LztDk2Hqjn7s_5LHE37mfnvMISE1Iq6R2Cv72Uzn57ZmGRqKmEZhxMGB6LWK86e5T8OiZ5Sx5iwZLB5aulSu0tX2KfpeChJB2rKJiEW9ytVl7_ZoVN23y4CENClh-x2uk/s320/Barbarella-1.jpg" width="320" /></span></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Aksiyon filmleri tutkularının diğer favori türlerinin başında ilinti türler olarak macera ve bilim kurgu türleri yer alıyor. 2000 yılında kaybettiğimiz Fransız yönetmen Roger Vadim'in kitsch bilim kurgu parodisi, pek çok özelliği ile unutulmazlar arasına girmiş bir film. Özellikle açılıs jeneriği her sinema severin şahit olması gereken, klasik bir an. Niye, diye merak ediyorsanız cevabı yazımızda bulabilirsiniz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Aksiyon filmleri ve fantastik sinema son zamanlarda hayli gözde. Meraklıları, gösterime giren büyük filmlerle parlayan türün keyfini çıkartırken, kimileri de "çocuk işi" diye burun kıvınyor fantastik filmlere. Fantastik sinemayi yetişkinlere layık görmeyenleri şaşırtacak bir erotik fantezi, 60'h yılların sonundan gelen kitsch bir bilimkurgu klasiği olan "Barbarella", bir çizgi roman uyarlaması. Fransız çizer JeanClâude Forest'nin 60'lı yillarda ses getiren aym isimli çizgi roman serisi filme kaynak olmuş. "Barbarella" ilk ortaya çıktığı yillarda Fransa'da sansürle boğuşmuş bir çizgi seri. Önceleri sansürlenmiş, daha sonra ise bir dönem reklamlarının yapılması ve reşit olmayanlara satılması yasaklanmış. Özgür ve seksi bir kadm ajarım yer yer erotik maceralarını anlatan bu çizgi roman serisi, hem Forest'nin en bildik eseri hem de yetişkin çizgi romanları arasında önemli bir parça.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Çizgi romarının sinema uyarlaması ise çeşitli açılardan önemli bir aksiyon filmi. İsterseniz önce filmin konusunu kısaca gözden geçirelim. Filmin geçtiği 41.yüzyılda silahsızlarıma sağlanmıştır ve evrene bans hakimdir. Ancak bir bilim adamı ortadan kaybolmuştur ve "Pozitronik Işm"m sırnnı da beraberinde götürmüştür. Evrendeki huzur dolu yaşamı tehlikeye sokan bu durumu engellemek görevi Barbarella'ya verilir. Barbarella kayip bilim adami Duran Duran'i bulacak ve "Pozitronik Işın"ın yanlış eller geçmesini engelleyecektir. Garip yolculuğu sırasında Barbarella birbirinden değişik tiplere rastlar. Karşılaştığı erkeklerle yatmaktan da geri kalmaz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Aslında filmin hikayesi gerçekten de sadece bundan ibaret. 8 senaryo yazarının birlikteligi daha ziyade Barbarella'yı olabildiğince enteresan durumlara sokmakta işe yaramış. Belki filmin başrolünde herhangi bir aktris oynasa Barbarella'nın yaptıkları pek önem taşımayacak, film de unutulup gidecekti. Ancak sekse doymayan bu kadin kahramam Jane Fonda'nin canlandinyor olmasi pek çok şeyi değiştiriyordu. Bu noktada dump, hem filmin yönetmeni hem de o yıllarda Fonda’nın eşi olan <b>Roger Vadim</b>'e değinmemiz gerekiyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Roger Vadim belki de sinema tarihinin en "işbilir" yönetmenlerinden birisiydi. 1956 yılında yönettiği ilk filmi "...<b>Ve Tann Kadim Yaratti</b>" sayesinde o sıralarda evli olduğu Brigitte Ba'rdot'yu dünya çapmda bir yıldız haline getirmişti. Filmin tümüne hakim olan seksi atmosfer ve savunduğu özgür cinsellik anlayışı ticari başarıyı beraberinde getirirken, kimileri de Vadim'i ilk Yeni Dalga yönetmenlerinden birisi olarak selamlamıştı. Yönetmen daha sonraki filmlerinde de eşlerine ve sevgililerine başrol vermekten geri durmadi. Cinsellik ise her zaman üzerine eğilmekten hoşlandığı bir konuydu. Eminiz ki Roger Vadim "<b>Barbarella</b>"nın başrolünü Jane Fonda'ya verirken filmin yaratacağı sansasyonun farkindaydi. Jane Fonda o yillarda sadece Henry Fonda'nin kızı olarak değil, 8 yıldır filmlerde rol alan bir aktris olarak da tanınıyordu. "Barbarella" ise onu neredeyse cinsel bir ikona dönüştürdü.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Filmin hemen başında Jane Fonda’nın yerçekimsiz ortamda yaptığı striptize tanıklık ediyordu seyirci. Açılış jeneriğine ait yazılar da Fonda’nın bazı bölümlerini örtmeye çalışarak bu görüntüye eşlik ediyorlardı. Filmin geri kalan kısmmda ise Barbarella karakteri minimum giysi ile izleyici karşısına çıkıyor ve hemen her fırsatta karşısma çıkan erkeklerle sevişiyordu. Bu filmin hemen arkasından kariyerinde yepyeni bir sayfa açan ve Alan J. Pakula, Sydney Pollack, Joseph Losey, Hal Ashby, Fred Zinnemann, JeanLuc Godard gibi yönetmenlerin önemli filmlerinde rol alan <b>Jane Fonda</b>, 7 kez Oscar'a aday gösterildi ve bunların ikisinde heykelciğe uzandı ("<b>Fahişe</b>" ve "<b>Eve Dönüş</b>" filmleriyle). Bir yandan oyunculuk yeteneğini kanıtlayan Fonda, 70'li yillar boyunca politik görüşleri ve savaş karşıtı fikirleri ile de gündemdeydi. Ancak ne olursa olsun; Jane Fonda'nin "Barbarella"daki hali asla unutulmadi.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Kitsch gerçekten de "Barbarella" için son derece uygun bir tanimlama. Filmin görsel yapısmı ele aldığınızda zevksizlik, bayağılık ve inamlmaz bir aşırılık söz konusu. Bundaki en önemli etken de Barbarellaınn. son derece rüküş kostümleri. Seksi ajanımız yer yer plastik ve deri ağırlıklı, yer yer metalik, yer yer ise peluş giysiler giyiyor. Jacques Fonteray ve ünlü tasarımcı Paco Rabanneın imzasmi taşıyan bu rengarenk kostümler elbette Barbarella'nın olabildiğince az yerini örtecek şekilde tasarlarımışlar. Aslında filmin bilimkurgu türüne yeni bir alt tür kazandirmış olduğu bile iddia edilebilir. Internette "Barbarella"yi esprili bir şekilde "sciencefiction" (bilimkurgu) değil de "sciencefashion" (bilimmoda) filmi olarak niteleyenlere rastlamak mümkün.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Filmin set tasarımlarının da kostümlerinden aşağı kalrr yam yok. Ne de olsa bir 60'lı yillar ürünü "Barbarella". Popart etkisi her yarıma sinmis durumda. Filme hakim olan renk curcunasının neredeyse bir asit tribinin görselleşmiş hali olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle baştan sona psychedelic gözükmeye çalışan bir film "Barbarella". Kimilerine gore bu çabasında son derece başansız, hatta komik duruma düşüyor. Ancak filmin fanatiklerinin bu görüşe katılmadığını tahmin etmek zor değil. İçi boydan boya kürkle kaplı bir uzay gemisi onların aklmı başından almaya yeter de artar bile.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Jane Fonda'nin "seksi" performansi ve filmin tümüne sinmiş kitsch estetik bir yana, "Barbarella"dan bahsederken atlarımamasi gereken bir diğer öğe de peş peşe gelen garip olaylar ve sarf edilen acayip diyaloglar. Filmin bir külte dönüşmesinde bunların da son derece etkili olduğunu öne sürmek yanlış olmaz. Açılıştaki yerçekimsiz ortamda striptiz sahnesinden daha önce de bahsetmiştik. Peki devasa büyüklükteki bir nargilenin içine çırılçıplak erkekler koyan ve daha sonra da buradan "erkek esansı" içen kadınlara ne dersiniz? Veya çılgm bilim adami Duran Duran'in garip makinesine... Kilise orglarıni ammsatan bu makine, tuşlarına bastıkça içinde çıplak yatan Barbarella'nın orgazm olmasma sebep oluyor. Ancak Barbarella orgazm olurken ölmesi gerekirken, makine ona dayanamıyor ve infilak ediyor. Devrimci Dildano (David Hemmings'in saçlarına özellikle dikkat!) ve Barbarella arasında geçen sevişme sahnesi de filmin unutulmaz anlarından birisi. İzlememiş olanların tadmı kaçırmamak için filmin can alıcı sahnelerinden bahsetmeyi burada kesip, filmde bu ve benzeri pek çok an olduğunu belirtelim.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">"Barbarella"nm popüler kültüre katkılan da azımsarımayacak sayıda. Öncelikle 80'lerin en "baba" gruplarından Duran Duran'in ismini bu filmden aldığmı söylemekte fayda var. (Grup, "Electric Barbarella" adında bir single da çıkarmıştı, yeri gelmişken bunu da hatrrlatalım.) Hazır müzik dünyasından başlamışken devam edelim. Kylie Minogue'un 1994 tarihli, kendi adını taşıyan albümünden çıkan bir single'ın (hafızamıza güvenerek yanlış bilgi vermiş olmayalım ama bu şarkının "Put Yourself in My Place" olması oldukça yüksek bir ihtimal) klibinde Minogue, Barbarella'nin striptizini tekrar ediyordu. Sinema dünyasına geçecek olursak; öncelikle "Barbarella"nın hem Flash Gordon çizgi romanlarınin erotik versiyonu "Flesh Gordon"u (1972/Michael Benveniste ve Howard Ziehm), hem de 1980 yapımı "Flash Gordon"u görsel anlamda etkilediği söylenebilir. Her iki filmde yakalarımaya çalışılan kitsch estetiğin orijinalini "Barbarella"da görmek mümkün. Esasında "Casablanca"nın garip bir yeniden çevrimi olan "Bana Bebek Deme"de Pamela Anderson'in canlandırdığı Barb Wire karakterinin, Barbarella'nın bir kopyası olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Joel Schumacher'in yönettiği Batman filmlerinin ama özellikle de "Batman & Robin"in atmosferinin "Barbarella"dan etkilenmiş olduğu da rahatlıkla vanlabilecek bir sonuç. Ayrıca "Austin Powers" serisinin ikinci filminin açılış jeneriğinde yazıların çıplak Mike Myersın "bazı" bölgelerini kapatacak şekilde ekranda belirdiğini hatırlıyorsunuzdur. Bunun da yine "Barbarella"ya bir gönderme olduğunu belirtmekte fayda var. Sizleri Barbarella lakaplı, İtalyan asıllı bayan porno oyuncusu Virna Bonino'nun varlığından ve "Barbarella"nm çeşitli porno filmlerde sık sık gönderme yapüan bir film olduğundan (Barbaranal isimli bir karakter size ne çağnştınyor?) da haberdar edelim.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Gösterime girdiği dönemde admdan oldukça söz ettirmiş ve pek çok dergiye kapak olmuş "Barbarella", gerek popüler kültürde kazandığı yerle gerekse bir külte dönüşmesiyle bunca yıldır unutulmadı. Daha önce izlemiş veya izlememiş herkese 1968 yapımı orijinal "Barbarella"yı şiddetle tavsiye ediyoruz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Barbarella</span></b><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Yönetmen: <b>Roger Vadim</b>.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Oyuncular: <b>Jane Fonda</b> (Barbarella), John Phillip Law (Pygar), Anita</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Pallenberg (Siyah Kraliçe), Milo O'Shea (Duron Duran), David</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Hemmings (Dildano), Marcel Marceau (ProjesörPing), Ugo Tognazzi</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">(Mark Hand).</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-17011357290735360892011-06-03T15:52:00.000-07:002011-06-03T15:52:36.071-07:00Braindead Filmi<b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">BRAINDEAD</span></b><br />
<i><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Kan gövdeyi götürüyor</span></i><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><i>Türü: <b>Aksiyon Filmleri</b>, Korku & Gerilim Filmi</i></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><i><br />
</i></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Kungfu yapan bir rahip, çiftleşen zombiler, saniyede 5 galon hanpüskürten bir çim biçme makinesi ve aklınıza getiremeyeceğiniz şiddet sahneleri... Filmin finalindeki 25 dakika kesintisiz şiddet gösterisi şimdiden sinema tarihine en kanlı sahne olarak geçmiş durumda. Peter Jackson'in bu filmi, sağlam birmideye sahip olanlar için eşi benzeri bulunmaz bir <b>kült film</b>...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">J.R.R. Tolkien'in meşhur "<b>Yüzüklerin Efendisi</b>" üçlemesinin beyazperde uyarlaması oldukça uzun bir süredir sinema dünyasını ve sinemaseverlerin zihnini meşgul ediyor. Merakla beklenen bu projenin başındaki isim olan <b>Peter Jackson</b> bazüan için çoktan dahi, hatta ilah mertebesine yükseltilmiş bir isim. Ancak adını daha önce duymamış izleyiciler için bu kült yönetmenin kapalı bir kutu olduğu da gercek.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXa-m2Qqry1EF6V09DXrxTcbemiB5L8FqLY9u2hyn_KdChSA2657Uw206akgdOMET5ur9MwvPT-7t0fqurtRr8wE7VdoChg9XTSjOydLnZMPPnUrZWuOkCBZ2OewSVhdaGrpUXrwFR7chX/s1600/Braindead.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXa-m2Qqry1EF6V09DXrxTcbemiB5L8FqLY9u2hyn_KdChSA2657Uw206akgdOMET5ur9MwvPT-7t0fqurtRr8wE7VdoChg9XTSjOydLnZMPPnUrZWuOkCBZ2OewSVhdaGrpUXrwFR7chX/s320/Braindead.jpg" width="223" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Son yılların en büyük projelerinden birisinin yönetmeni olan Yeni Zelandali bu sinema delisi, admi ilk olarak 1987 yılında çektiği "</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Bad Taste</b></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">" isimli filmle duyurmuştu. Şu anda elinde milyon dolarlar olan Jackson, "Bad Taste"i 150 bin dolara kotarmıştı. Filmi dört yıl boyunca başrolleri oynayan arkadaşlarıyla hafta sonları buluşarak tamamlayan ve filmin teknik işlerinin neredeyse tamamını üstlenen Jackson, dikkatleri üzerine çekmekte gecikmedi. "Bad Taste" ile hem B filmin son derece yaratıcı ve zeki bir örneğini ortaya koymuş, hem de korku sineması ve zombi külliyatına yeni, komik bir boyut getirmeyi başarmıştı. Kısa zamanda turn dünyada kendine fanatikler kazanan bu filmi alışılagelmedik bir animasyon olan "</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Meet the Feebles</b></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">" takip etti. Bir nevi aşın şiddet içeren Muppet Show da denebilecek 1989 yapımı bu filmin ardından yazımıza konu olan "</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Braindead</b></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">" geldi...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">1992 yapımı olan "Braindead" rahatlıkla Jacksonın şu ana kadarki filmografisinde en üst noktaya yerleştirilebilecek bir film (1994 yılında çekilen "<b>Heavenly Creatures</b>" gibi son derece dişli bir rakibi olduğunu gözardı etmemek koşuluyla). Jackson tıpkı "Bad Taste"de olduğu gibi bu filmde de zombilerin dünyasına el atiyor ve gore türünün olmazsa olmazi kan, pislik, bilumum vücut sıvısı, vs. ile dolu bir yolculuğa çıkartıyor bizi. Ama ilk filmi "Bad Taste"de olduğu gibi Jackson'in "Braindead"de sunduğu yolculuk da pek alışılageldik değil. Pek çok izleyicinin tahammül sınırlarını zorlayacak derecede kanlı sahnelerden, rahatlikla inanılmaz komik durumlar yaratmayı beceren bir senarist/yönetmen Jackson.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Gore türünün komediyle yaptığı birlikteliğe özellikle <b>Sam Raimi</b>'nin "<b>Evil Dead</b>" üçlemesinden alışığız. Fakat Jackson'in sineması bu tiirde gördüğümüz diğer örneklerden çok farklı. Gerek şiddeti sınır tanımayarak kullanışı, gerek esprilerindeki aşırılık, gerekse yerinde duramayan hiperaktif bir çocuk gibi oyuncuların etrafında dolaşan kamerasıyla yarattığı hava son derece laubali bir filmle karşılaşacağınızı düşündürebilir. Halbuki bu unsurların ardına baktığınızda insanın karşısına son derece estetik bir görsel yapı ve pek çok sinemasal göndermeyle dolu bir film çıkıyor. Bu göndermelere de değinmek için filmin konusuna geçebiliriz...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Filmimiz 1957 yılında Skull (Kurukafa) Adası'nda başlıyor. Sumatra'nın güneybatısındaki bu adada Yeni Zelanda'daki bir hayvanat bahçesinden gelen bir görevlinin yardımcılarıyla beraber "özel" bir hayvanı yerlilerden kaçırma çabasına tanık oluyoruz. Büyük sıçanların maymunlara tecavüz etmesi sonucunda ortaya çıkan bu canlı son derece tehlikelidir. Bir ısırığı insanı zombi yapmaya yeter.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu hayvanın uçağa bindirilişinin ardından jenerikle beraber izleyiciyi de Sumatra'dan Yeni Zelanda'ya getiriyor Jackson. Birdenbire kendimizi yakında akıl almaz olayların vuku bulacağı huzurlu bir Yeni Zelanda kasabasında buluyoruz. Film kasaba atmosferini yaratırken mümkün olduğunca az mekan kullanarak, düşük bütçesinin (1,8 milyon dolar) yaratacağı handikapları engellemiş ve 501i yılların havasmı yakalamakta yardımcı olmuş. Öyle ki zihninizde "<b>Mavi Kadife</b>", "<b>Pleasantville</b>", "<b>Edward Scissorhands</b>" veya "<b>Geleceğe Dönüş</b>"ün yanında yer edinebilir kendisine. Her neyse... Bu kasabaya giriş yaptıktan sonra market tarzı bir dükkana dalıyor kamera...Karşımızda genç bir İspanyol kız olan Paquita var. Kendisi aynı dükkanda çalışan Roger'a feci şekilde abayı yakmış durumda. Ancak büyük annesinin baktığı tarot fall sonucunda hayatının erkeğinin Roger olmadığını öğreniyor. Hayatının erkeği karşısma çıktığında onu tammasını sağlayacak işareti de zihnine kazıyıveriyor hemen. Çok geçmeden dükkana öykümüzün baş kahramanı olan Lionel giriyor. Lionelın devirdiği kalemler tarn da kartlarda görünen işareti oluşturunca, Paquita hayatınm erkeğini bulduğunu anlıyor ve Lionel'a göz koyuyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Ancak Paquita'nın önünde çok ciddi bir engel var. LionePın annesi... Lionel 20'li yaşlarının ikinci yansında ama ne yazık ki kız arkadaşı olmayan, üstelik son derece antisosyal bir yaşantı sürdüren genç bir erkek. Bunun sebebiyse aşm saplantılı derecede oğluna düşkün olan annesi. Bu durum insanın aklma ister istemez <b>Alfred Hitchcock</b>'un klasiği "<b>Psycho</b>"yu getiriyor ve hiç merak etmeyin Jackson bu çağrışımın son derece yerinde olduğunu vurgulamak için elinden geleni yapıyor. Lionel ve annesi büyük bir evde yaşıyorlar. Evin hem iç hem de dış mimarisi Bates'lerin evini o kadar anımsatıyor ki biraz ileride yanıp sönen "Bates Motel" levhasmi görseniz şaşırmayacaksınız. Üstelik Lionelın annesi karşımıza çıktığı ilk sahnede saçlan ve kostümüyle, sanki yandaki sete sızıp Norman Bates'in annesi kılığma girmekte kullandığı elbise ve peruğu aşırmış gibi bir izlenim yaratiyor. Elinde de büyük bir bıçak tutuyor. "Psycho"nun duş sahnesindeki sue aletinin aynısı olduğunu söylemek pek yanlış olmaz bu bıçağın. Filmin başındaki garip yaratık ve bu sorunlu üçlünün nasıl bir araya geleceğini ise hiç düşünmeyin, Jackson bu konuya pratik bir çözüm bulmakta hiç zorlarımamış.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Lionel kendisine yakınlaşmaya çalışan Paquita ile hayvanat bahçesine gidiyor. Onlan takip eden Lionelın annesi de kazara kafesinin önünde durduğu Sumatralı fare maymun karışımı yaratık tarafından ısırılıyor. Bu andan sonra Lionel hem bir zombiye dönüşen annesini, hem de onun zombi yaptığı kasaba halkından diğer kişileri evin bodrumunda kapah tutarak durumu idare etmeye çalışıyor. Finalde ise bizleri oldukça uzun ve kanli bir parti sahnesi bekliyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFXHtz9ubY-ckbpdRdKJZVUDHmHLAFqfLGQpJwxf68EQh0aDPjVXctY7iaHVFoOKwpFB5GW_QGaLfYd673mpIt9zXjZ-oJzlvQVrzfdpdyzhOtZwFhAWoVTS4gnO7tjLqFmBzC75maFIPz/s1600/brain-dead-splash.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="163" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFXHtz9ubY-ckbpdRdKJZVUDHmHLAFqfLGQpJwxf68EQh0aDPjVXctY7iaHVFoOKwpFB5GW_QGaLfYd673mpIt9zXjZ-oJzlvQVrzfdpdyzhOtZwFhAWoVTS4gnO7tjLqFmBzC75maFIPz/s320/brain-dead-splash.jpg" width="320" /></a><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">"Braindead"in konusu bile insanin aklma "Psycho", George A. Romero'nun zombi üçlemesi gibi filmleri getiriyor. Ancak Jackson'in yaptığı göndermeler bu kadarla smirh değil. Abartılı şiddet anlayışı, her midenin kaldıramayacağı gore sahneleri, korku ile komediyi birleştirmesi (komedi kesinlikle ağır basıyor) ve "stop motion" animasyon tekniğini kullanışıyla akla ilk etapta "Evil Dead"i getiriyor film. Bunun yanında örneğin mezarlıkta eğlenirken zombiye dönüşen bir grup serseri insana Dan O'Bannon'ın "<b>Yaşayan Ölülerin Dönüşü</b>" filmini anımsatıyor. Ayrıca Lionelın parkta "bebek" dolaştırırken puseti elinden kaçırdığı sahne serbest çağrışımla aklmıza "<b>Potemkin Zırhlısı</b>"nı getirebilir. Veya Paquita’nın zombilerden saklanmak için dolaba girdiği sahne de "Hallowen"i hatırlatmıyor değil. Bu durum aslında çok da şaşırtıcı değil. <b>Peter Jackson</b>'ın "<b>Braindead</b>"den bir sonraki filmi "<b>Heavenly Creatures</b>"i izleyenler, onun ne kadar entelektüel bir yönetmen olduğunu ve istediğinde ne kadar ciddi takılabildiğini görmüşlerdi. Fakat gördüğünüz gibi kendisinin eski filmlerinin de "Heavenly Creatures"tan aşağı kalır yam yok.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">"Braindead"i ilginç kılan unsurların başında şimdiye kadar izlediğimiz zombi filmlerinden farkli olmasi geliyor. Bu alt ture (gore/zombi filmleri) ilişkin turn yapimlan belli ki yalayıp yutmuş olan Jackson, türe bambaşka bir kapi acryor. Hem filmin konusundan anlayabileceğiniz, hem de eğer film hakkmda daha önce yazılmış bazı yazilara denk geldiyseniz görmüş olabileceğiniz gibi "Braindead"in turn esprisi zombileri (kaldi ki bunu diğer turn yaratik filmlerine uyarlamak da mümkün) eve sokmamak değil, evde tutmak. Ayrica Jackson bizzat kendisinin de katkida bulunduğu efektlerle akla ziyan zombi imha etme yöntemleri yaratıyor. Örneğin ampul, bahçe makasi, blender ve çim biçme makinesı gibi aletler zombileri yok etmeye yardımcı oluyorlar.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Peter Jackson ayrica alışageldiğimiz sofra ve tuvalet adabmi yerle bir eden sahnelere de yer vermiyor değil. Nasıl derseniz; bir serseri zombilikle ilk tanışmasmı Lionelın annesinin mezarma işerken yaşıyor. Başka bir sahnede ise zombiye dönüşen bu gene ortadan ikiye bölündükten sonra bağırsakları yerlere dökülüyor ve bu olayın ardından anüsü kameraya donüp gaz çıkartıyor. Filmin unutulmaz yemek sahnesi ise bambaşka bir olay. Lionel artık çürümeye başlayan annesini eve gelen misafirlerle aym masaya oturtunca her midenin kolay kolay kaldıramayacağı olaylar meydana geliyor. Zombi annenin puding tabağma düşen kendi kulağım afiyetle yiyişine tanıklık ettikten sonra bir daha içinizden puding yemek gelir mi bilinmez.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Fakat söylediğimiz gibi filmin tüm meziyeti bu abartılı şiddet sahneleri değil. Peter Jackson turn bunlan son derece zeki bir mizah duygusuyla beraber veriyor izleyiciye. Yer yer filmini gayet sağlam fikirler üzerine şekillendirdiğini de belli ediyor. Mesela Lionel ve annesi arasındaki ilişkinin hiç de yüzeysel bir boyutta işlenmediğini belirtmek lazım. Özellikle finalde Lionelın ana rahmine geri döndüğü anda Jackson hem izleyiciyi şok ediyor, hem de ana oğul arasında kurduğu ilişkinin hiç de basit temellere dayarımadığını belli ediyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Üstüne üstlük filmin konusunu tekrar hatırlarsak işin içinde bir aşk hikayesi olduğunu da unutmamamrz lazim. Evet "Braindead"i duygusal bir film olarak karşılamak belki imkansrz ama kaderin kendisini birleştirdiği Lionel'dan bir ev dolusu zombiye rağmen vazgeçmeyen Paquita’nın ruh halinin belirli bir romantizm duygusu taşımadığını söylemek de haksizhk olur.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Hazir laf Paquita'ya gelmişken Diana Penalver'in bu rolü başanyla canlandırdığını söylemek gerek. Garip aksarımı ve şaşkın bakışlarını kolay kolay unutmak imkansız. Filmin diğer oyuncularından Elizabeth Moody de anne rolünde son derece iyi. Gerçek bir kabus hissi yaratmayı ve belki de filmi korku türüne en çok yaklaştıran öğe olmayı cidden çok iyi beceriyor. Fakat filmin esas yıldızı Timothy Balme. Bu rolüyle İtalya'daki Fanta festival'de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Balme, vücut dilini müthiş şekilde kullanarak son derece dinamik bir performans sergiliyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">"Braindead" tüm bu saydığım özellikler sayesinde bir <b>kült film</b> klasiği mertebesine ulaşmış durumda. Örneğin Amerikalı eleştirmen Leonard Maltin filmi "şaşırtıcı, dinamik, son derece yaratıcı şekilde iğrenç bir komedi" olarak tanımlıyor ve "kendi türünde bir doruk noktası" olduğunu belirtiyor. Eğer gore filmlere karşı bir tavrmız yoksa ve mideniz de sağlamsa siz de rahatlıkla bu görüşleri paylaşabilirsiniz. Hele bir de türe özel ilgisi olan bir sinefilseniz yazı içerisinde aktardığım sinemasal göndermeleri ve belki de daha fazlasını keşfetmekten kesinlikle sonsuz keyif alacaksınız. Bunlara Jackson'ın kendinden son derece emin ve yaratıcı sinemasal tarzını, insanı hayrete düşüren zekasını, bir de insanda kahkaha gazma maruz kalmış etkisi yaratan aralıksız esprileri ekleyince cidden benzersiz bir film çıkıyor ortaya. Tüm bunlar ilginizi çektiyse "Braindead"i bir an ewel edinip izleyin deriz. Belki siz de filmin 90'h yılların en iyi 10 filminden birisi olduğu konusunda benimle hemfikir olur ve "Yüzüklerin Efendisi"ni daha da büyük bir merakla beklemeye başlarsınız.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Braindead</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Yönetmen: Peter Jackson</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Oyuncular: <b>Timothy Balme</b> (Lionel Cosgrove), <b>Diana Penalver </b>(Paquita </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Maria Sanchez), Elizabeth Moody (Anne/Vera Cosgrove), Ian Watkin (</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">LesAmca), Brenda Kendall (Hemşire McTavish), Stuart Devenie (Peder </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">McGruder).</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-34384303227941564432011-05-28T13:57:00.000-07:002011-05-28T13:57:30.705-07:00Excalibur Filmi<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>EXCALIBUR</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Epik fantezinin babası</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div style="text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Times New Roman';"></span>Ünlü Ingiliz yönetmen <b>John Boorman</b>'ın 80’li yılların başında çektiği film, bildiğimiz Kral Arthur efsanesini konu alan, dört başı mamur birfantastik sinema örneği. Rahatlıkla doneminin ilerisinde olduğunu iddia edebileceğimiz bu görkemli prodüksiyon, aradan geçen yaklaşık 20 yıla rağmen hâlâ keyifle izleniyor.</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: -webkit-auto;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijdKXadGVSgI1HUqcs4lviJKZMEaKS5PCDiQvDqXQ6kOktq520k0y-6XR9wjgKvj0A5QiT2rCb5rcyZyflgY0hg3PLhXxTzbQHeEAk0acHnm2gDxA2g3uajqDMDwcq5ABcma33_FBihIXx/s1600/excalibur-afis.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijdKXadGVSgI1HUqcs4lviJKZMEaKS5PCDiQvDqXQ6kOktq520k0y-6XR9wjgKvj0A5QiT2rCb5rcyZyflgY0hg3PLhXxTzbQHeEAk0acHnm2gDxA2g3uajqDMDwcq5ABcma33_FBihIXx/s200/excalibur-afis.jpg" width="128" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Kral Arthur efsanesi kendisinden sonra gelen sayısız anlatıyı etkilemiştir. Öyle ki, Arthur'un hikâyesi klasik anlatmin temellerini çözmek, formüle etmek için bile kullanılır. Efsanenin farklı versiyonlan olsa bile, temelindeki unsurlar ve motivasyonlar gerçekten de pek çok başka romanda veya filmde karşımıza çıkarlar. Ufak bir örnek olarak "<b>Yüzüklerin Efendisi</b>'ni ele alalım. Arthur'un şövalye kardeşi Kay'den sorumlu bir silahtar iken <b>Excalibur</b>'u taştan çıkartıp kral olmasıyla, Frodo'nun yüzüğü taşımakla görevlendirilmesi arasında bir benzerlik göremez miyiz? Kaldi ki, yüzük ve <b>Excalibur</b> arasında da taşıyana verdikleri güçler nedeniyle bir yakınlık yok mu? Yuvarlak masa etrafmda toplanan şövalyeler ile yüzük kardeşliği de ciddi şekilde birbirlerini ammsatmaktalar. Bunca metin arasından efsaneye benzerliği nedeniyle "Yüzüklerin Efendisi"ni seçmemiz ise boşuna değil. Çeşitli kaynaklarda söylenenlere göre, <b>John Boorman</b> 70'lerin sonlarında "Yüzüklerin Efendisi"ni sinemaya uyarlamayi planlamaktadir. Uyarlama üzerine uzun sure kafa yorar ve gerekli ön hazırlıkları yapar ancak kitabin haklarıni satin almakla ilgili sorunlar çıkınca proje suya düşer. Boorman ise onca hazırlığın boşa gitmesini göze alamaz ve Kral Arthur efsanesini çekmeye karar verir. Ortaya çıkan sonuç, yazımızın da konusu olan "Excalibur" olur.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div><div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Times New Roman';"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghgavuT4-R9ZRmjY04tEJi92N-hTrphbPf0ORdTeLVvtytEHty0osu_24kOn3BzeZLwLK4S0_WgF-XnetTgiFmqXuslxf3SGXHKeYh-nsHK_63OjRljlDffeL3THhb7zy8Gg9JtDTaCtzB/s1600/excalibur-filmi.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghgavuT4-R9ZRmjY04tEJi92N-hTrphbPf0ORdTeLVvtytEHty0osu_24kOn3BzeZLwLK4S0_WgF-XnetTgiFmqXuslxf3SGXHKeYh-nsHK_63OjRljlDffeL3THhb7zy8Gg9JtDTaCtzB/s320/excalibur-filmi.JPG" width="320" /></a></span></span></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Açıkçası filmin hikâyesini anlatmaya gerek var mi, bilmiyoruz. Boorman ve senaryoyu beraber kaleme aldığı <b>Rospo Pallenberg</b>, <b>Thomas Malory</b>'nin klasiği "Arthur'un Ölümü"nü kaynak aliyorlar efsaneyi sinemaya uyarlarken. Malory'nin Arthur üzerine anlatılan öyküleri derleyip, lineer bir akışa soktuğu metninin hemen her unsuru filmde yerini alryor. Arthur'un babası Uther'in büyücü Merlin ile yaptığı anlaşmadan ve <b>Excalibur</b>'u ilk kez eline almasından başlayan film, Kutsal Kâse'nin Parsifal tarafindan bulunmasma ve Arthur'un ölümüne değin uzanıyor. Arthur'un cesur Lancelot ile karşılaşması, <b>Merlin</b>'e <b>Camelot</b>'u yaptırması, şövalyelerini yuvarlak bir masa etrafmda toplaması, yakm arkadaşı Lancelot ve karısı Guenevere'in yaşadıkları yasak ilişki (belki de bütün "üçlü ilişki"lerin atası), üvey kardeşi büyücü Morgana tarafindan kandırılması gibi yan öyküler de elbette eksik kalmıyorlar. Özetle, Kral Arthur'a dair bildiğiniz her şeyin en kapsamlı şekilde peliküle aktanldığı film belki de "Excalibur".</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Boorman'ın filminin başardığı sayısız şeyden birisi bu öyküleri derli toplu şekilde anlatmak, seyirciye sıkı örülmüş bir dramatik yapi sunmak. Bu kadar uzun süreye yayilan epik bir hikâyeyi 140 dakikada toparlamak, takdir edersiniz ki herkesin altından kolaylıkla kalkabileceği bir iş değil. Ancak Boorman ve Pallenberg, Arthur efsanesini takdire şayan bir akıcılık ve bütünlük içerisinde aktarıyorlar. Kimi kaynaklar Arthur'dan bahsederken hikâyenin gerçek üstü boyutunu görmezden gelirlerken, "Excalibur" efsaneye sadik kahyor. Filmin fantastik türüne yakın duran hâli, dramatik yapinm çıkmaza gireceği anlarda yerinde bir kaçış noktasi oluyor. Boylece ne zamansal atlamalan, ne de mantik hatalarıni kafaya takmaniza gerek kalmiyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAwPzvpGEsqOMu8_p8NVWMPoVhEMCAl2d_baLA4Ec1GvW3C1h_x3f39goSdPRDHuKZs4188YX46VGJWE-XfmjATGOxQ35cmsEZdVfoKfoBJ0nsgAao-Efd9wYnwQn8ktnT_MRNZdvdB_j9/s1600/excalibur-1981.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="184" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAwPzvpGEsqOMu8_p8NVWMPoVhEMCAl2d_baLA4Ec1GvW3C1h_x3f39goSdPRDHuKZs4188YX46VGJWE-XfmjATGOxQ35cmsEZdVfoKfoBJ0nsgAao-Efd9wYnwQn8ktnT_MRNZdvdB_j9/s320/excalibur-1981.jpg" width="320" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Elbette Boorman'ın fantastik bir filmle hedeflediği diğer şey görkemli bir görsel atmosfer kurmak. "<b>Excalibur</b>" gerek sanat yönetimi, gerek kamera çalışması, gerekse özel efektleriyle, hele ki çekildiği döneme göre, son derece etkileyici bir sonuç veriyor. Özellikle Alex Thomsonın Oscar'a aday gösterilen görüntü yönetimi nefes kesecek güzellikte. Filmin <i><b>Altın Palmiye</b></i> için yarıştığı 1981 tarihli <b><i>Cannes Film Festivali</i></b>'nden En İyi Sanatsal Katkı ödülüyle dönmesi de boşuna değil. Bu arada ufak bir not, filmde Boorman'a tasarım ve proje gelişiminde danışmanlık yapan isimlerden birisi de Neil Jordan.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Üstün prodüksiyon özellikleri ve kusursuza yakın anlatımıyla sürükleyici bir seyirliğe dönüşen "Excalibur"un en keyifli yönlerinden bir diğeriyse, metinsel ve görsel anlamda okunmasının verdiği sonuçlar. Boorman kuşkusuz elindeki malzemenin analiz etmeye ve sembolik bir anlatıma ne kadar açık olduğunun farkında. Bu nedenle anlattığı efsanenin fantastik ve mitolojiyle ilintili kisimlarini özenle işliyor. "<b>Excalibur</b>"u izlerken dinsel metinlerden psikanalize kadar uzanan sayısız göndermeyle karşılaşıyor seyirci. En basitinden, krala gücünü veren ve alan Excalibur düpedüz fallik bir obje olarak geliyor karşımıza (golden neredeyse erekte bir penis gibi çıktığını söylemeye ayrıca gerek var mi?). Akil ve mantığın doğaüstüyle olan mücadelesi ise pagan kültürünün tek tannli dinlerle çatışmasma denk düşüyor. Parsifal'in Kutsal Kâse'yi ilk kez gordüğü sahnede boynundan asılı olduğu ipin yavaş yavaş kesilmesi ve aşağı düşmesi âdeta göbek bağmdan kopmayı ve doğumu, içinden tsa'nın kanı dökülen Kutsal Kâse ise bir bakıma vajinayı temsil ediyor. Arthur'un üvey kardeşi Morgana'nın çocuk yaşta annesi Igrayne'in babası kılığındaki yabancı bir erkekle beraber olmasını izleyişi ise Freudyen bir okumayı zorunlu kılıyor ve yolumuzu "ilk sahne"ye çıkartıyor. Elbette Arthur ve kendi kardeşinden olma oğlu Mordred arasındaki çatışmalar da oedipal kompleksi akla getiriyorlar.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">"Excalibur"da bu ve benzeri göndermelere bolca rastlamak mümkün. Boorman'ın filmini böylesi referanslarla süslemesiyse, hikâyeyi ait olduğu çağın ötesinde değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Şövalye hikâyelerinde ve mitolojik efsanelerde sık sık karşımıza çıkan, kahramanların başlıca derdi ve motivasyonu bu bağlamda ayrıca önem kazanıyor, ölmeye ve unutulmaya dair korku. Boormanın tarihi fantezi sosuna bulâyarak aktarması, kimilerinin bu türe "kaçış edebiyatı" diyerek aldığı tavrın tam tersi bir sonuç veriyor. Her iyi fantastik roman veya filmde olduğu gibi, "<b>Excalibur</b>"da da anlatılan hikâyeyi zamansız kılan ve geçmişe olduğu kadar bugüne dair cümlelerin de sarfedildiği bir yapı çıkıyor ortaya. Filmin meselesinin ne olduğunu çözmekse pek güç değil. Tutkularının ve iktidar hırsmm pençesine düşen kişi ister istemez felakete neden olur ve hem kendisine, hem de çevresindekilere zarar verir. Dolayısıyla herkesin iyilik kadar, kötülük yapmaya da yetisi vardır.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Kuşkusuz bu noktada Arthur efsanesini muhafazakâr, hatta mizojin kılacak öğeler de mevcut. Hikâyede düğümü çözecek unsurun farklı derebeyliklerin tek bir hükümdarlık altında birleştirilecek olmasından tutun, hemen her tragedyada olduğu gibi kadınların baştan çıkartıcı ve felaketi peşleri sıra getiren karakterler olmalarına değin. Erkek büyücü <b>Merlin</b>'in iyi, dişi <b>Morgana</b>'nın ise kötü olmasının da benzer bir yoruma kapı açtığı şüphesiz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sinema tarihine baktığımızda sayısız Krai Arthur uyarlaması görebiliyoruz. Ancak bunlardan bazılarının adını arımak gerektiğinde, hazır "Excalibur"un ne demeye çalıştığını deşifre etmişken, özellikle ikisi öne çıkıyorlar. Bunlardan ilki <b>Robert Bresson</b>'un benzerlerinden son derece farklı bir noktada duran adaptasyonu "Gölün Lancelot'su" (Lancelot du Lac). Bresson, minimal sinemasının doğal bir sonucu olarak hikâyenin romantik boyutunu bir kalemde siliveriyordu. Zaten Kutsal Kâse'yi arama görevinden başansızlıkla dönen ve giderek birbirinden kopmaya başlayan şövalyeleri karakter seçmesi, dolayısıyla "Gölün Lancelot'su"nda kahramanlıktan ve idealize edilmiş karakterlerden eser olmaması boşuna değil. Şövalyelerin katıldıkları bir turnuva sahnesindeyse yönetmen, aksiyonun kendisinden ziyade atların bacaklarını ve şövalyelerin mahmuzlarını göstermeyi tercih ediyordu. Ancak neredeyse tüm bir filmografisini bireyin içindeki kötüyle mücadelesi ve karşı karşıya kaldığı etik sorunlar üzerine kurmuş Bresson'un, hikâyenin barındırdığı malzemenin, bizim de biraz yukarıda andığımız temarım gayet farkmda olduğunu söyleyebüiriz. Zira film hem görevini başarıyla yerine getiremediği, hem de en yakm dostunun karısıyla ilişki kurduğu için pişmanlık duyan ve kendisiyle ahlaki bir hesaplaşma yaşayan Lancelot'nun ruh hâli üzerine odaklarııyordu.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Adı anılması gerekli bir diğer film ise geçtiğimiz sezon karşımıza gelen Antoine Fuquaınn "Kral Arthur"u (King Arthur). Her ne kadar bu projede memur yönetmen olsa bile, Fuquaınn da ilginç bir iddiası vardi. Yapılan yeni araştırmaların Arthur'un esasında Orta Çağ'da değil, Roma döneminde yaşamış bir savaşçı olduğu iddiasından yola çıkıyor ve bildiğimiz efsaneyi farklı şekilde anlatmaya soyunuyordu. Sonuç, yine geçen yıl izlediğimiz Wolfgang Petersen'in "<b>Truva</b>"sını (Troy) anımsatır nitelikteydi. "Truva"nm tannlara yer vermeyen bir "İlyada" uyarlaması olmasına benzer şekilde, "Kral Arthur" da fantastiğe yüz vermeyen br Arthur efsanesi olarak karşmuza çıkıyordu. En nihayetinde dönüp dolaşıp, iktidar hırsı ve demokrasiyi sağlamarım zorluğu gibi temalara bağlandığmı, üştelik bu yolculukta epey tökezlediğini düşününce, Fuqua'ya "Excalibur"u bir kez daha izlemesini önermek ve söz konusu temalara değinmek için ilia fantastik türe sırt çevirmenin gerekli olmadığını hatırlatmak gerekiyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Daha önce bu sayfalara konu ettiğimiz bir diğer filmi, "Monty Python and the Holy Grail"i de atlamamak lazim esasında. Kral Arthur efsanesini absurd bir komediye dönüştüren bu şahane Monty Python filminin, bir yönüyle "Excalibur"a esin kaynağı olduğunu söylemek de mümkün. Zira Boorman kendi uyarlamasinda mizaha yer vermekten de kaçmmıyor. Özellikle Merlin ve Arthur arasında geçen sahneler, Merlin'in hazır cevaplığı ve bu roldeki Nicol Williamsonın performansiyla "Excalibur" yer yer seyircisini güldüren bir filme dönüşüyor. Her daim kendine has ve garip olmuş Boorman, yer yer abartıya kaçsa, seks ve şiddetin dozunu yüksek tutsa bile kitsch olmamn smuinda duruyor ve ciddiyetini de koruyor. "Excalibur"u diğer ciddi Arthur uyarlamalan arasinda kendi hayranlarını kazarımış bir <b>kült film</b>e dönüştüren unsur ise büyük oranda bu garip karışım.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Excalibur</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Yönetmen</b>: John Boorman</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Oyuncular</b>: Nigel Terry (Kral Arthur), Helen Mirren (Morgana), Nicholas</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Clay (Lancelot), Cherie Lunghi (Guenevere), Nicol Williamson (Merlin),</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Paul Goeffrey (Parsifal), Robert Addie (Mordred), Gabriel Byrne (Uther</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Pendragon), Liam Neeson (Gawain).</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">1981 ABD/İngiltere ortak yapımı, 140 dakika.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-60833830842234633602011-05-26T13:03:00.000-07:002011-05-26T13:05:13.773-07:00Ölülerin Şafağı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjL8uX31V83SN2cxh7hrxIE4nAovahNyVyVAhhGFajmhZ8AqXRk-YwDlSblcCEpRSJ3iLRixiDRxH4gbhcyf8bqzteanPUgaiwOXmsq4dL34pmKaNMEJsEwYffD9vxZgslUJe9aP2ow9xRF/s1600/olulerin-safagi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="202" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjL8uX31V83SN2cxh7hrxIE4nAovahNyVyVAhhGFajmhZ8AqXRk-YwDlSblcCEpRSJ3iLRixiDRxH4gbhcyf8bqzteanPUgaiwOXmsq4dL34pmKaNMEJsEwYffD9vxZgslUJe9aP2ow9xRF/s400/olulerin-safagi.jpg" width="400" /></a></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;">"Dawn of the Dead / Ölülerin Şafağı"</span></b></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;"><br />
</span></b></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;">George Romero "Yaşayan Ölülerin Gecesi"ni takip edecek, serinin ikinci filmini 1978 yılında yönetti. "Ölülerin Şafağı" (Dawn of the Dead) pek çok anlamda öncüsünü geride birakan bir filmdi. Romero bu sefer yaklaşık 2,5 saat süren bir filme imza atmış, gore efektleri daha da ileri bir noktaya taşımış (elbette makyaj ustasi Tom Savini'nin admi da atlamamak gerek), aynca yer yer komedi unsurlanna da başvurarak bir sosyal taşlama yaratmıştı.</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;"><br />
</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;">"<b>Ölülerin Şafağı</b>" çoğu sinemaseverce, bir alışveriş merkezinde geçen <b>zombi filmi</b> olarak da hatırlanabilir. Serinin ikinci filminde zombilerin sayısı daha da artmış durumda ve yaşayan ölüler artık şehirlere saldırıyorlar. İnsanlar ve zömbiler arasında ciddi bir çatışma devam ederken, dört kişi bir helikopterle kaçıyor ve bir alışveriş merkezine (Akmerkez gibi bir yer) sığınıyorlar. Romero, tahmin etmenin güç olmayacağı gibi, alışveriş merkezini tüketim toplumuna dair bir şeyler söylemek için kullanıyor. İnsanoğlunun en zavallı arımda, içinde bir yerlerde yatan faşizme ve bilinçsizce tüketme ihtiyacına nasıl yenik düştüğünü etkileyici şekilde gözler önüne seriyor. Benzer temalar etrafında dolanan çoğu postapokaliptik film gibi, "Ölülerin Şafağı" da modern toplumun değerlerinin (başka bir deyişle modern toplumu ayakta tutan değerlerin) ne derece insanlık dışı olduğunu vurguluyor; özetle kapitalist sisteme yönelik ciddi bir eleştiri değeri taşıyor. Filmin kahramanları kendilerini bile isteye bir alışveriş merkezine kapatıyorlar, ancak Romero'nun "Bakın, aslında mevcut sistem sizin hayatlarmızı alışveriş merkezlerinin duvarları arasına hapsediyor", demeye getirdiğini görmek zor değil. Diğer yandan düşünme yetilerini kaybetmiş, asla doymayacak gibi insanlara saldıran ve vahşice canlı bedenleri parçalayan zombilerle, tüketim maddelerine benzer bir hayvansal içgüdüyle saldıran modern toplumun bireyleri arasında bir paralellik kurulduğunu söylemek de mümkün.</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;"><br />
</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace; font-size: large;">Söylediğimiz gibi, "Ölülerin Şafağı"nda şiddetin kullanımı çok daha ileri bir noktaya götürülüyor. Hatta içerdiği gore sahneler yüzünden kimi ülkelerde başı sansürle derde girmiş bir film bu. Yoğun şiddet ve Romero'nun alt metin düzeyinde söyledikleri filme belirli bir karamsarlık getirirken, araya giren mizah bir denge sağlıyor. "Ölülerin Şafağı" son noktada bir <b>korku filmi</b> olsa da, ilk filmin klostrofobisinden uzakta seyrediyor. Hem sure, hem de içerik açısından taşıdığı iddiayı sonuna kadar götüren filmin, çoğu kişi tarafından üçlemenin en iyisi olarak gösterilmesi boşuna değil. Hatta "<b>Ölülerin Şafağı</b>" için rahatlıkla korku sineması tarihinin en iyi filmlerinden birisi de denilebilir.</span></div>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-41597125250557333792011-05-22T09:02:00.000-07:002011-05-22T09:02:28.170-07:00Kült Filmler Serisi - Dark City<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Alex Proyas</b>'ın belirsiz bir zamanda ve kesintisiz karanlığın hüküm sürdüğü isimsiz bir şehirde geçen "<b>Dark City</b>"si, 90'lartn sonunun bilimkurgu severlere sunduğu güzel bir sürprizdi. Bellekleri değiştirilen sakinlerle ve herkes uyurken hareket eden, yer değistiren binalarla donatılmıs, üzeri kesif bir kuşku hissiyle kaplanmış olan bu gizemli şehir, bilimkurgu sinemasının en etkileyici "kapalı dünya"lanndan birini sunuyordu. "Metropolis"ten "Blade Runner"a uzanan kulvarın sakinlerinden olan "<b>Dark City</b>", ayrıca çok daha büyük bir şöhret yakalamış olan "The Matrix"in öyküsünü dayandırdığı kavramlara da daha önce el atmış olmak gibi bir konuma sahip.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5pXQiPRW0oMxP1sl091HbDmGsAwLt1mqZ7g2zqMdllu7BNhNYWMT87Q8EjQnmoWkuYtIY1uzjirAwV6Wrj02gJauBhEjPk8ZsSVEbdSSVxO0B-cN3-bB16GCntrzYg4zo871_Dh4iOe7N/s1600/dark-city.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="125" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5pXQiPRW0oMxP1sl091HbDmGsAwLt1mqZ7g2zqMdllu7BNhNYWMT87Q8EjQnmoWkuYtIY1uzjirAwV6Wrj02gJauBhEjPk8ZsSVEbdSSVxO0B-cN3-bB16GCntrzYg4zo871_Dh4iOe7N/s400/dark-city.jpg" width="400" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Alex Proyas</b> "Dark City"nin hareket eden binalarına, "<b>The Crow</b>"un setindeki binaların bir yerden bir yere taşınmasını izlerken kapıldığı tuhaf his sonucunda karar vermiş. "Dark City"deki haliyle, gerçekten sinemada benzerine pek rastlayamayacağınız, rüya gibi bir görüntü bu. John Murdoch binadan binaya atlayarak kaçarken ayağını basacağı, eliyle tutunacağı şeyler sürekli değişi-yor. Yerden binalar bitiyor, var olan binalar hareket ediyor, uzuyor, genişliyor. Canlanmış görünen taştan coğrafya, gacırdaya gacırdaya başka bir şeye dönüşüyor. Bilimkurguda gerçeklik zemininin kahramanın ayaklarının altından kayması sıkça karşımıza çıkan bir durum-dur ama, konunun böylesine kelime anlamıyla ve böylesine ürpertici </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">bir temsiline rastlayamazsınız. Sırf kentin ayarını içeren bu sahneyle bile "Dark City" sinema tarihinde kendine bir yer buluyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Ayaklarının altından kayan kent, aslında <b>John Murdoch</b>'ın son sağlam zemini. Filmin başında sallanan bir ışığın altımda, pis bir otel banyosunda gözlerini açıyor. O da o kadarını biliyor, hiçbir şey hatırlamıyor. Alnında kan izi var. Kıyafet, Shell Beach diye bir yeri gösteren bir kartpostal, bir bavul, kanlı bir bıçak ve yerde üstüne kanla spiraller çizilmiş bir sarışının cesedini buluyor. Bir de sürekli duraklayarak, nefes nefese konuşan birisi onu telefonla arayıp hafızasını kaybettiğini ve peşinde birilerinin olduğunu, onu almaya geldiklerini söylüyor. Hızla oradan çıkıyor, resepsiyondan adamın "J. Murdoch" olduğunu, üç haftadır o otelde kaldığını öğreniyor ve otelden dışarı adım atıp kendini bilinmezliğin içine fırlatıyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Tühaf Bir Şehir ve "Yabancılar"</b></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLXqoGlrnpvuMras3dlBbNxcZf9I4KywRqLEdjYfgJJiVKjLUR4x8USC0_Q5smmLTe1l4Hw4ppY0qwJpSvV_zZ3b6dN2kqN1oD4rky8M84GBoT1ad9zQorrlE6co4Iw2gqEc5YnyN4y38k/s1600/gizemli-sehir.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLXqoGlrnpvuMras3dlBbNxcZf9I4KywRqLEdjYfgJJiVKjLUR4x8USC0_Q5smmLTe1l4Hw4ppY0qwJpSvV_zZ3b6dN2kqN1oD4rky8M84GBoT1ad9zQorrlE6co4Iw2gqEc5YnyN4y38k/s1600/gizemli-sehir.jpg" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu başlangıç, bir dedektiflik öyküsü başlangıcı olarak hayli kullanışlı. Proyas baştan birçok soru soruyor ve birçok ipucu veriyor. Biz bu noktada John Murdoch'tan iki adım öndeyiz: Schreber'in filmin geneline bakarsanız pek de hayati olmayan açılış konuşmasını dinliyor ve "Yabancılar" dediği birtakım tuhaf insansı varlıklardan haber-dar oluyoruz (bu erken açıklamanın filmin tadını kaçırdığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil) ve şehrin saat tam 12'de tam anlamıyla "durmasına" şahit oluyoruz. Her şey duruyor: Arabalar, tramvaylar, insanlar... Bütün şehir olduğu yerde uykuya dalıyor. Murdoch da işte bu uykunun sonuna doğru, bir kabusun içine uyanıyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bir süre sonra açılış konuşmasında bahsi geçen Yabancılarla ve onlann "Tuning" (Ayar) denen yetenekleriyle tanışıyoruz. Bütün şehir üzerinde bir deney yürütmekte olduklarını, insanların anılarını alıp değiştirdiklerini (Murdoch'ın alnındaki kan izi böyle bir anı zerkinin yarım kalmasının sonucu), farklı anılarla uyanan insanların tamamen değişik kişiler haline gelip gelmediğini araştırdıklarını, nihayetinde de insanı insan yapan şeyin ne olduğunu öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Schreber bu kolektif bilince dayalı ırkın neslinin tükenmekte olduğunu ve kurtuluşu insanın "ruh"unda aradıklarını söylüyor. Murdoch'ın belası bu süreç içinde ikiye katlanıyor. Çünkü Yabancılar'a ait olan Ayar yeteneğine sahip olduğu ortaya çıkıyor. Ya</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">bancılar evrim yolculuğundaki bu yeni adımdan hemen haberdar olu-yor ve artık deneylerinin sonuna geldiklerine, Murdoch'ın zihninin içine sahip olduklarında hedeflerine erişeceklerine karar veriyorlar.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu arada Murdoch, bu her daim karanlık, güneş yüzü görmeyen şehirde etrafına özenle kurulmak istenmiş hayatın ancak kırıntılarını hatırlayarak, labirentin içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Önce bütün delillerin aksine azılı bir katil olmadığını öğreniyor, sonra evini ve karısını buluyor, ama onların da gerçekliğinden emin olamıyor. Ehliyetinden adındaki Jin John'un baş harfi olduğunu öğrendiğinde yüzünde beliren rahatlama, yerini sürekli bir kaygıya bırakıyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Ulaşılamayan Sahil</b></span></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Dark City'nin dünyası, "<a href="http://aksiyonfilmleri.blogspot.com/2011/05/truman-show-film-incelemesi.html">Truman Show</a>"dakine, "<b>The Matrix</b>"dekine benzer bir paranoyanın eseri. Ancak "Truman Show" yapay dünyasını TV dizisi benzeri bir görüntüyle, "The Matrix" ise bire bir günümüz metropolü imajıyla donatırken, "<b>Dark City</b>" bir kabusun gerçeküstülüğüne yöneliyor. Sanki bir dedektiflik filminin, bir kara filmin motifleri ve taşları, rüya aleminin içine saçılmış gibi duruyor. Elbette deneyin sürmesi için herkese her şeyin normal görünmesi gerekiyor. Ancak "Ayar" sırasında şehri görmeyen biri için bile her şey tam anlamıyla tekin değil. Son derece kontrollü bir ortamda, büyük bir sıkhkla zihinlerine müdahale etmeleri sonucunda çevrelerini kabul ediyorlar ama, hafızalarının pek ayrıntılı ve derin olmaması, örneğin Shell Beach gibi herkesin bildiği bir yere nasıl gidildiğini tam olarak hatırlayamamaları ve yakın bir zamanda gündüz vaktine ait herhangi bir anıya sahip olmamaları gibi hayli kuşkulandırıcı gediklerden mustaripler.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Çoğu kara filmde kahramanın düşlediği son durağı (yani ele geçirdiği parayı yediği yer) olan "güneşli sahil", kara film kalıplarına epey yer veren bu fîlmde de Shell Beach ismiyle rüya hedef haline geliyor. Gün yüzü görmeyen, ıslak sokaklarla, pis kanallarla, titrek ışıklarla ve gökyüzüne yükselen dev karaltılarla örülmüş bu kente çarpıcı bir tezat oluşturan Shell Beach'e ulaşmak, labirentten çıkmakla aynı anlamı taşıyor.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-61463531808882277502011-05-22T08:26:00.000-07:002011-06-24T12:50:31.507-07:00Truman Show Film İncelemesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIxMDz-Wcx2P4S7qOfhBWMmhccp0RF5eWEZ_JxemEFnAqfY0sgIaA4qptsFer0uWA9SLgFGn3LvV9V0AQv03NV2YifnO4LEL8oP5-oOOzoyKtkoMIERMNX_6s2pHPu6rYSqeCeVODSz0d-/s1600/jim.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIxMDz-Wcx2P4S7qOfhBWMmhccp0RF5eWEZ_JxemEFnAqfY0sgIaA4qptsFer0uWA9SLgFGn3LvV9V0AQv03NV2YifnO4LEL8oP5-oOOzoyKtkoMIERMNX_6s2pHPu6rYSqeCeVODSz0d-/s320/jim.jpg" width="229" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Truman</b>, tam anlamıyla "ekranın içindeki adam". Dünyası bir film setinden ibaret; konuştuğu herkes oyuncu, ağzından dökülen laflar bile biraz TV dizisi kokuyor. Ama o bunların hiçbirinin farkında değil. Senarist Andrew Niccol ve yönetmen Peter Weif'in "<b>Truman Show</b>"u, gerçekliğimizin bütünüyle sahte olduğuna dair paranoyadan yola çıkıyor. Ve çağdaş medya kültürü üzerine, ekranın içindeki adamın ekranın öbür tarafındaki adamı temsil ettiği bir hiciv çıkarıyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Truman Show</b> jeneriğiyle değil, film içindeki filmin JL jeneriğiyle başlıyor. Yani yine Truman Show adlı TV programının jeneriğiyle. Başrolde Truman'ın kendini oynadığım, programın yaratıcısının Christof olduğunu, diğer oyuncuların adlarını ve rollerini belirten satırlar geçiyor. Jeneriğin arasınsa, Christof'la, Truman'ın karısı Meryl'i oynayan aktrisle ve en iyi arkadaşı Marlon'ı oynayan aktörle söyleşiler serpiştirilmiş. Her şey gerçek bir TV programın havasına sahip. Söyleşi verenlerin konuşmalarındaki diplomatik hava, yüz ifadeleri, tereddütleri..</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Yönetmen <b>Peter Weir</b> bütün bu girişle, gerçekten bir TV programı izliyormuşuz havasım yaratmaya çalışıyor. Zamanın biraz ötesinde bir "reality show". Nitekim Christof'un ağzından, "Truman Show"un ardından giderek daha da popülerleşen bu gerçek yaşam yayınlarının haberciliğini de yapıyor: Christof kendi yaratısının başarısını açıklarken, insanların artık kurmacanın yapmacıklığından sıkıldığım, her ne kadar aktörlerle ve bir setle çevrili olsa da</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Truman'ın kendisinde hiçbir yapmacıklık bulamayacağmızı, onun "sahici" olduğunu söylüyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Gerçek olmasına gerçek de... gerçek birinin gerçeklikle bağı ancak bu kadar koparılabilir. Program, dünyanın her köşesinden çok sayıda insanın izlediği bir naklen yayın. Truman'ın hayatı, saniyesi saniyesine, canlı. Onu herkes tanıyor. En az da kendi tanıyor. Ne ana rahminden TV kültürünün orta yerine doğduğunu, ne doğum anından beri bütün dünyanın onun her adımını takip ettiğini, ne de çevresindekilerin (mesela annesiyle babasının) sandıkları kişi değil, programda çalışan oyuncular olduğunu biliyor. Neredeyse her tür paranoyayı sağlıklı kılacak bir yaşam sürüyor, ama hiçbir şeyden şüphelenmiyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu arada bütün dünya Truman'ı insanların ceket düğmelerine yerleştirileninden araba radyosunun içine gömülenine varıncaya dek, sahil kasabası Seahaven'in her tarafına saçılmış yaklaşık 5000 kameradan takip ediyor: Uyurken, işe giderken, deniz kenarında otururken, sabah aynanın karşısında <b><a href="http://www.filmler.com.tr/biyografi/jim-carrey.html">Jim Carrey</a></b>'lik yaparken. "Ben başaramayacağım... bensiz devam etmek zorundasınız."</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Serüven Provaları Aynanın karşısında büyük maceralara atılan bir kaşif rolü yapan Truman'ın, programın yapımcılarının bütün müdahalelerine karşın aktif bir hayal dünyası var. Biraz Somerset Maugham'ın ünlü karakteri <b>Walter Mitty</b>, biraz da <b>Terry Gilliam</b>'ın "Brazil"inin memuru Sam Lowry. Etrafına inşa edilmiş devasa setin her tarafına, onun kasabadan ayrılıp dünyayı görme, macera yaşama arzusunu köreltecek bir şeyler kazınmış. Seyahat acentesinde yıldırım çarpan bir uçak resminin üstünde, "Sizin de başımıza gelebilir" yazıyor. Küçük Truman sınıfta Macellan gibi bir kaşif olmak istediğini söylediğinde, öğretmeni "Çok geç kaldın. Keşfedecek hiçbir yer kalmadı," diyerek hevesini kırmaya çalışıyor. Dahası kasabanın huzur, güven ve istikrar vaat eden rutini, onu ev ve araba taksitleri, işine karşı yü-kümlülüğü, karısmın, annesinin ve en yakım dostunun telkinleriyle olduğu yere mıhlamaya çalışıyor. Marlon'a Fiji'ye, "geri gelmeye başlamadan önce gidebileceğin en uzak nokta"ya gitmek için işin-den ayrılma düşüncesini açtığımda, "arkadaşı" ona bu konudaki film klişesini baş aşağı çeviren bir cevap veriyor: "Senin mükemmel bir işin var. Masa başı bir işin var. Öyle bir iş için adam öldürürdüm."</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Fiji, Truman'ın program tarafından kasıtlı olarak biçimlendirilmemiş, tamamen kendine ait ikinci arzusunun da odak noktası. Hayallerinin kadınının gittiğini sandığı yer. Yani lisedeyken görüp hoşlandığı, ama Truman'a dünyasının ardımdaki gerçeği açıklamaya çalışırken "babası" tarafından şizofren olduğu iddiasıyla karga tulumba arabaya atılıp götürülen Lauren'ın (Arabaya bindirilmeden önce gerçek adının Sylvia olduğunu da söyleme fırsatı buluyor). Sözde baba, Truman'ın onu bulma hevesini köreltmek için Fiji'ye gideceklerini söylerken, kız da "Dışarı gelip beni bul," diyor. Bu olayların sonucunda Truman etrafındaki her şeyin sahte olduğu doğrultusunda bir kuşkuya kapılmasa da, Fiji'ye gitmeye yönelik sağlam bir takıntı geliştiriyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sitcom'la Reality Show Arasında...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Truman'ın hayallerini hiçbir zaman perdede görmüyoruz, çünkü Peter Weir kamerayı kahramanın kafasının içine sokmuyor (Yalnızca onu çok etkilemiş olayları gösteren flashback'ler - geri dönüşler - izliyoruz, onlar da program yayınının bir parçası görünümüne sahipler). Weir "gizli kameralar" tarafından saptanan görüntüler ve sade planlarla, zaman zaman reality show'a, zaman zaman sitcom'a uzanan bir görsel anlatım tutturuyor ve filmini TV estetiğinin çok da uzağına sürüklememeye dikkat ediyor. Gerçeklik his-sini canlı tutmak için, "gizli kamera"nın konumuna dikkat çeken tuhaf açıları, temiz olmaktan uzak kompozisyonları da bol bol kullanıyor. Öte yandan gerçekçilik konusunda fazla da üstelemiyor. "Truman Show", filme adını veren TV programının eksiksiz bir simülasyonuna kalkışmıyor. Weir'ın kamerası ekranın dışına çıkıp programı takip edenlerin görüntülerini de alıyor, Christof'un üssü olan yapay Ay'ın içinde geziniyor ve zaman zaman gizli kameralar-dan canlı yayınlanan bir program için fazlaca iyi duran planlara ve fazlaca iyi kurgulanmış gibi duran sahnelere ve zaman atlamalarına da yer veriyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Mutlak Kontrol</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Etrafına inşa edilmiş devasa düzmecenin hiçbir şekilde farkın-da olmayan Truman'ın trajedisinin iki yüzü var. Ilki elbette, kasaba-sın baştan aşağı bir set, içerdiği canlı - cansız her şeyinse onu kandırmaya yönelik araçlar olduğunu bilmemesi. îkincisi ve daha kor-kutucu tarafıysa, bu sistemin ona aktardığı bilgilerin hepsinin, yapımcıların arzusuna göre aktarılmış bilgiler olması. Belki beyninin içinde kamera yok ama, programın oraya etki eden araçlara sahip olduğu kesin. Bu mekanizmanın sahip olduğu güç, insanın kabuslarına girecek cinsten bir güç. Truman, kendi kapalı dünyasındaki tamamen yapay ve abartıp gün batımını izlerken, doğanın güzelliğini takdir eden herhangi biri gibi duygulanıyor - bu manzaranın ne kadar imkansız olduğuna dair en ufak bir fikri yok. Yaratıcıların/yapımcılarının Truman üzerinde sahip oldukları türden bir kontrol, arzuya göre insanı dünyanın yuvarlak değil düz olduğuna, Ay'ı yapacak bütçe yoksa Ay'ın olmadığına, hatta hayatını sadece dört duvar arasından ibaret olduğuna inandırabilecek bir güce sahip. Truman'a adayı terk etmesin diye babasını okyanusun ortasında kaybettirerek zerk edilen su korkusu, bu gücün apaçık örneği. Christof ve ekibi, sadece bilgi akışını kontrol ederek deniz sandığı şeyde babası sandığı adamın öldüğünü sanan; bu travmanın sonucunda da deniz sandığı şeyden korkan bir adam "yaratmışlar".</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Truman Burbank karakteri, "gerçek" medya çocuğu ve yaşamının başından itibaren medya etkisiyle beslenmiş yeni bir nesli tem-sil ediyor. Teknolojinin yanıltma, kandırma ve yönlendirme yön-temleri geliştikçe, bizim de onların perde arkasını görme yeteneğimiz gelişiyor. Ancak Truman'ın böyle bir şansı hiç olmamış. Doğru-dan TV'nin kucağına doğmuş, bir bakıma "medyanın rahminde ha-yat bulmuş".</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Ekranın İki Yüzü</b></span></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Etrafı olabilecek her şekilde çevrilmişken hayallerinin kızını bulma, bu küçük kasabadan dışarı çıkıp dünyayı görme emellerin-den vazgeçmeyen Truman'ın öyküsü bir destan olarak görülebilir. Özgürleşme, kadere rıza göstermeme üzerine bir kahramanlık öyküsü: Tanrı kompleksine sahip bir yaratıcının kurduğu yapay cennetten kurtulmaya çalışan birinin, "ilk medya insanın hikayesi.” Öte yandan, filmin asıl derdinin azmin zaferiyle ilham vermekten ziyade, çok temel bazı gerçeklere ulaşmak için bile destansı bir azmin gerektiği bir anti-ütopya resmederek medya kültürünün gidişatı üzerine bir uyarı görevi görmek olduğu düşünülebilir.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu "uyarı"da Truman tek bedende ekranın iki yüzünü de tem-sil ediyor aslında. Bir taraftan bize gösterilen parçalardan oluşan yüzeyi, bir taraftan da bu yüzeyin kandırmaya çalıştığı kişileri. Hem yıldızı hem de seyirciyi. Buna uygun bir biçimde, arada bir ekranın öbür tarafından "içeri bakanların" TV başımdaki tutsaklığıma da tanık oluyoruz. Hatta sürekli küvetin içinde oturup TV izleyen bir ta-nesinin durumu, deniz kenarındaki kasabasından bir türlü çıkama-yan Truman'ın durumunu epey andırıyor. Öte yandan, sürekli şovun yayımlandığı kanalı izleyen bu insanlar, Truman'ın çevresine kurulan yalan suç ortakları konumuna da yerleştiriliyor. Truman'ın en sonunda ne olursa olsun kasabasından çıkıp dünyasının ufuklarını keşfetmek için o çok korktuğu "deniz"e yelken açtığı ve Christof'un eseri fırtınalarla, yıldırımlarla, kabaran sularla boğuştuğu bölümde, çılgınca onu destekliyorlar. Oysa bütün bu "dram", onlar sayesinde sahneleniyor.</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-13381585318696350712011-05-17T09:16:00.000-07:002011-05-17T09:16:42.148-07:00Yaşam Kanıtı - Proof Of Life<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4a5ly0PLVi2C_zu8aUP6ftSOIHjR3iLMf7R9Ue2A7KrtXAxIayWyG-y_uBGZ-AG1CiSKS0wIZPoQx1WeCz0E_yyDF7t7E31WOsgfLj0mYlM6wyAXLYPWWCy7BRQvNsO1DxfEoYJq1xZcV/s1600/yasam-kaniti.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="149" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4a5ly0PLVi2C_zu8aUP6ftSOIHjR3iLMf7R9Ue2A7KrtXAxIayWyG-y_uBGZ-AG1CiSKS0wIZPoQx1WeCz0E_yyDF7t7E31WOsgfLj0mYlM6wyAXLYPWWCy7BRQvNsO1DxfEoYJq1xZcV/s320/yasam-kaniti.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Verdana,sans-serif;">Proof Of Life</span></span></i></td></tr>
</tbody></table><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;">Aksiyon Filmlerinde görmeye alışkın olmadığımız bir isim olan Meg Ryan ile zaman zaman aksiyon filmlerinde de roller alan usta aktör Russel Crowe ile harika bir sinema şöleni.</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"> </div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;">"<b>Yaşam Kanıtı</b>", ne konusu ne de yönetmeniyle değil, başrol oyuncuları <b>Meg Ryan</b> ve <b>Russell Crowe</b> arasında yaşanan aşkla gündeme oturmuş; gişede ise başarıya ulaşamamış bir film. Bunun nedeni yönetmen Taylor Hackford'un idda ettiği gibi sette yaşanan fırtınalı aşktan çok; yeniymiş gibi duran ama tamamen demode olan hikayesi?</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"><br />
</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;">Filmde seyircinin ilgisini çekebilecek tek yenilik, profesyonel rehine buluculuğu olarak adlandırılan bir mesleğin varlığından belki de ilk defa haberdar olması... Globelleşen ekonomide uluslararası şirketlerin yeni pazarlar bulmak amacıyla Güney Amerika ve üçüncü dünya ülkelerine gönderdikleri insanların başına gelebilecek tehliki olaylar belki ilginç ve dramatik hikayeler çıkarabilir. Ama "<b>Yaşam Kanıtı</b>"nda olduğu gibi tamamen içsıkıcı bir filme de dönüşebilir.</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"><br />
</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;">Hikaye, Güney Amerika'da baraj yapımında çalışan mühendisin (David Morse) kaçırılması sonucu karısının (Meg Ryan) onu kurtarmak için profesyonel bir arabulucu (Russell Crowe) tutmasıyla başlıyor. Film bir taraftan Meg Ryan'la <b>Russell Crowe</b>'un, David Morse'u kurtarma çabaları ve bu esnada aralarında başlayan yakınlaşmaya eğilirken, diğer taraftan da kaçırılan mühendisin gerillalar arasındaki macerasını ele alıyor. Aslında filmin başarılı olmamasının belki de en büyük sebeplerinden biri bu oluyor. Çünkü hikaye ne ikili arasındaki aşka, ne de kaçırılan mühendise odaklanıyor. Her iki taraf da seyirciye yabancı geliyor ve özdeşleşme tam anlamıyla sağlanamıyor. Yönetmen Taylor Hackford, belki de seyircinin tepkisinden çekinerek (kadının kocası rehin, bir de aşk mı yaşar?) Alice ve Ted arasındaki ilişkiyi mümkün olduğunca alttan ele almaya çalışmış. Ama daha hikaye kurulurken, şirketi dahil olmadığı halde, Ted'in geri dönüp Alice'e yardım etmesi inandırıcı olmadığı gibi; hikaye ilerledikçe bu ikili arasında tam da anlayamadığımız bişeyler oluyor ve biz bunun aşk olduğunu ancak hafiften hissediyoruz. Çünkü film, ahlaki nedenlere yenik düşerek bu aşkı daha çok işlemek istemiyor veya işleyemiyor.</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"><br />
</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"><b>Taylor Hackford</b>'un son iki filminde ( "Dolores Claiborne" ve "Devil's Advocate - Şeytanın Avukatı") iyice kendini hissettiren yönetmenlik hünerini, en çok mühendisin dağda olduğu bölümlerde görüyoruz. Belgeselcilikten gelme olan Hackford bu sahnelerde mühendisin yaşadığı dramı, gerillalar arsındaki ilişkiyi yoğun bir gerçekçilik duygusuyla perdeye taşıyor. Zaten tüm zorluklarına rağmen Hackford'un neden bu bölümleri gerçek mekanlarda (And Dağları) çekmekte direttiği anlaşılıyor.</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"><br />
</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;">Filmin Güney Amerika'da geçmesi ve kötü adamların da eski devrimci yeni uyuşturucu kaçakçısı gerillalar olması da tesadüf değil. Buralarda devlet, örgütler ve uluslararası şirketler arasında yaşananlar ve yoğun uyuşturucu trafiği yan öğeler olarak filmin içine serpiştirilmiş. Filmin başında Peter Bowman'ın şirketle ilgili stresi ve bunun sonucunda karısıyla tartışması, hikaye ilerledikçe biraz daha önemli hale geliyor çünkü hem Bowman karısının kendisi için önemini farkediyor, hem de uğrunda yaşadığı şirket, anında kendisini unutuveriyor. Büyük şirketlerin de son dönem <b>Hollywood</b> filmlerinde sıkça rastladığımız üzere filmin adeta kötü adamı olarak boy göstermesi "<b>Yaşam Kanıtı</b>" nda da gerçekleşiyor.</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;"><br />
</div><div style="font-family: "Courier New",Courier,monospace;">Son bir parentez de <b>David Morse</b> için açmak istiyorum. "Contact - Mesaj"da <b>Jodie Foster</b>'ın babası olarak, "<b>Green Mile</b> - YeşilYol"da iyi kalpli gardiyan karakteriyle ve son olarakta Trier'in yüreklerde iz bırakan başyapıtı "<b>Dancer In The Dark</b> - Karanlıkta Dans"da önce iyi, sonra kötü olan polisi canlandıran Morse; burda da Meg Ryan'ın kaçırılan mühendis kocası rolünde en inandırıcı performansı ortaya koyuyor. Seyirciye ilk başta antipatik gelen bir karakteri film ilerledikçe "insanlaştırmayı" başarıyor. Özel bir seyircisi olarak filmde beni en çok mutlu eden şeyin Morse'un varlığı olduğunu da belirtmem gerek.</div>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-74763911962927089112011-05-08T13:14:00.000-07:002011-05-08T13:14:04.276-07:00The Doom Generation<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjro8YWj-5PAKy9OIoa0AxBLqG0fVuW91Fjd-odiJ-9CmwxnVTWR9Qf8wobYL1Zd8CxzpJgcnnBU54xIvHufdZpJk6XGbm2w9GIGP2TJUg_3OBNdbg7GKqW1KO2SLT_Jhy3NJzmfzOUZx8V/s1600/The-Doom-Generation.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjro8YWj-5PAKy9OIoa0AxBLqG0fVuW91Fjd-odiJ-9CmwxnVTWR9Qf8wobYL1Zd8CxzpJgcnnBU54xIvHufdZpJk6XGbm2w9GIGP2TJUg_3OBNdbg7GKqW1KO2SLT_Jhy3NJzmfzOUZx8V/s320/The-Doom-Generation.jpg" width="320" /></span></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Amy Blue ve Jordan White, liseden yeni çıkmış iki genç. İsimleri size Amerikan gençlik filmlerinden aşina olduğumuz havalı amigo kızları ve sporda başarılı, okulun gözdesi delikanlıları anımsatabilir. Ancak onlar bu tanımlamaların çok uzağında seyrediyorlar. İkisi de ilgisiz ebeveynlerin eseri, çoğu kişinin görmemeyi tercih ettiği sorunlu gençlerden. 90'ların gözde kavramlarından "X Kuşağı"na cuk oturuyorlar. Amy de Jordan da yaşadıkları hayattan son derece sıkılmışlar ve ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Aralarına nahoş bir tesadüfle Xavier Red (Jonathan Scaech) de katılınca Amerikan Bayrağı'nın renkleri tamamlanmış oluyor (karakterlerin soyadlarına dikkat: mavi, beyaz, kırmızı) ve geleceği belirsiz üç genç "cehennem"de bir yolculuğa çıkıyorlar. Nereye gitseler bela başlarından eksik olmuyor. Yaptıkları her alışveriş, cehennem metaforunu aklımıza getirecek şekilde 6 dolar 66 cent tutuyor. Saldırgan tezgahtarlar, Amy'yi tanıdığını iddia eden bir takım garip insanlar onlar için sürekli bir tehdit oluşturuyor. Üç kafadar onlardan kurtulmaya çalışırken arkalarında bolca kan ve ceset bırakıyorlar. Böylece "cennet"i bulma umudundaki gençlerin cehennemdeki yolculuğu bir kısır döngü içerisinde belirsizliğe doğru uzanıyor. Ülkemizde Kıyamet Kuşağı ismiyle izlediğimiz filmin orjinal adı The Doom Generation. Kayıp Kuşak, X Kuşak gibi kavramların zihinlerce iyice yer edinmesini sağlayan başlıca filmler arasında yer alıyor. Herkesin sevebileceği türden bir film olmasa da izlenmesi gereken filmler listesinde yer alıyor..</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-3697934210928281092011-04-29T07:22:00.000-07:002011-04-29T07:22:42.149-07:00Herkes Kendi Evinde<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNNuJlMmf3VVDkYUMyYuictY7ICoW4KgyKJ7VceElXbTih7_CBI92N4isdinDuIXdFpBNxDhuWyEIPLCNNbRBeDAaZWpBQyEXQapmxXTq8ZjAnDus_wj8a6mIs5I5gIIptP-D-PrZbZc9Q/s1600/tepe.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="127" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNNuJlMmf3VVDkYUMyYuictY7ICoW4KgyKJ7VceElXbTih7_CBI92N4isdinDuIXdFpBNxDhuWyEIPLCNNbRBeDAaZWpBQyEXQapmxXTq8ZjAnDus_wj8a6mIs5I5gIIptP-D-PrZbZc9Q/s400/tepe.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: Verdana, sans-serif;"><b>Herkes Kendi Evinde</b></span></td></tr>
</tbody></table><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sinemada birbiriyle birleşen öykülerin anlatımı, dikkat edilmesi gereken bazı riskler taşır. Bu risklerin en önemlilerinden birisi seçilen bakış açısıdır. Tüm öykülerin içinde yer alan ve bütün olayları bilen bir karakter mevcut değilse, genellikle tanrısal bakış açısı kullanılır. Birleşecek öykü kahramanlarından birinin, bir dış ses aracılığıyla konuşması ise anlatımda aksamaya yol açabilir. İkinci büyük risk ise hikayeler arasında kurulan dengenin bozulması, belli bir öyküyle ilgilenirken, diğerinin geri planda kalması, seyirci tarafından unutulması riskidir. "</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Herkes Kendi Evinde</b></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">", bu iki tuzağa da düşmüş olmasına rağmen, gözardı edilmemesi gereken, kendine göre hoşluklar içeren bir film...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Film ilk artısını, öyküsünden alıyor. Ortada çok farklı dallanmalara açık, iyi kullanılabilecek, etkileyici olabilecek ve seyirciye "dokunabilecek" bir öykü var. Ancak senaryoda sorunlar başlıyor. Dış sesle bir karakterin bakış açısından anlatılmaya başlayan öykü, babasını arayan Rus kızı Olga'nın öyküsüyle paralel anlatılmaya başlanınca aksamalar başgösteriyor. Film ilerledikçe öykü dağılıyor; başkahramanımız Selim'in zaten kökenleri çok iyi vurgulanmayan New York'a taşınma hayallerini seyirci unutuyor. Ait olma ya da olmama, köken arama gibi deşilebilecek konulara ise yeterince eğilinmiyor; eve dönüş, evi terkediş ve sevdiğinin yanında olmayı istemek mevzuları biraz havada kalıyor. Böylece film, öyküsü için aldığı artıyı, onu yetkin bir şekilde kullanamadığı için yitiriyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Ama yine de "Herkes Kendi Evinde" sıkılmadan izlenen, insana bir "görmüşlük" hissi vermeyen, belli bir merak uyandırmayı başaran yapısıyla, Türk Sineması'nda son yıllarda görmekten büyük mutluluk duyduğumuz kaliteli ürünlerden biri... Tam bir başarı değil ama iyi bir çaba...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Elbette ki unutulmaması gereken nokta, "Herkes Kendi Evinde"nin bir ilk film olduğu... Semih Kaplanoğlu, ilk filminde anlatım zorluklarının çoğunun üstesinden gelmiş ve yönetmenlik açısından bakıldığında belli bir düzeyi tutturmuş gibi görünüyor. Bu da Kaplanoğlu'nun sonraki filmlerine umutla bakmamızı sağlıyor. </span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-10964378350408967372011-04-24T15:57:00.000-07:002011-04-24T15:57:23.738-07:00Gözde Çift Filmi<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>Gözde Çift</b></span><br />
<div style="text-align: right;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><b>America's Sweethearts</b></span></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Hep <a href="http://aksiyonfilmleri.blogspot.com/">aksiyon filmleri</a> hakkında yazacak değiliz bu kez bir romantik komedi türündeki film hakkında incelememizi paylaşıyoruz. Hem oyunculuğu hem de senaristliğiyle sinemanın önde gelen komedyenlerinden biri olan <b>Billy Crystal</b>'ın filmlerinde her zaman için farklı bir tat, ayrı bir mizah lezzeti vardır. Örneğin "<b>Forget Paris - Ah Paris</b>"te filmin kahramanı kariyerinin sonundaki bir basketbol hakemiydi; sadece bu bile başlı başına sıradışı bir seçimdi ve tüm filmlerinde rastlanan zekaya dayalı espriler ve olaylar zinciri tüm filme başarıyla yayılmıştı. Bunları göz önüne alınca Billy Crystal'ın senarist ve yapımcı olarak da imza attığı "<b>Gözde Çift</b>"ten en azından bol kahkaha beklemek kaçınılmaz oluyor. Fakat ne yazık ki beklentilerimizin aksine Billy Crystal gibi çok güvendiğiniz ve saygı duyduğunuz bir komedyen bile son dönemde Hollywood'da artış gösteren ama kalite içermeyen komedi filmleri kervanına bir ek yapmaktan öteye gidemiyor.</span><br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggsy7hf35f1sftmeCcuG0EzNlg40FlspjamTg1shWn7JYLSXRA7SD6om9DM0HN4juFZPbhey6t-odF7pBeEymoecQgRiYrCkTq8KrLFlUOEpov8bBDkkFhb2fLeTO-VKxoYdx2RBppRTMd/s1600/gozde-cift.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggsy7hf35f1sftmeCcuG0EzNlg40FlspjamTg1shWn7JYLSXRA7SD6om9DM0HN4juFZPbhey6t-odF7pBeEymoecQgRiYrCkTq8KrLFlUOEpov8bBDkkFhb2fLeTO-VKxoYdx2RBppRTMd/s320/gozde-cift.jpg" width="320" /></a><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">"Gözde Çift", yıllarca oynadıkları filmler gişe rekorları kıran ve özel yaşamlarında da Amerika'nın en sevilen çifti olan Eddie (<b>John Cusack</b>) ve Gwen'in (<b>Cathrine Zeta-Johnes</b>) ayrılıkları sonucunda yaşananlar ve yönetmenin elinde rehin olan son filmlerinin basın gösterimi sırasında olanlar etrafında geçiyor. Eski çiftin yeni filmlerinin basın gösterimi yapılacaktır ve acil olarak bir araya gelmeleri gerekmektedir. Daha da vahimi ortada film yoktur! Billy Crystal, şirketin basın danışmanı olarak hem her şeyin yolunda gitmesini sağlamak hem de çifti en azından kameralar önünde mutlu göstermek durumundadır. Tabii ki Gwen'in kız kardeşi Kiki'nin de (<b>Julia Roberts</b>) katkılarıyla...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki senaristler Billy Crystal ve "Anlat Bakalım" dan tanıdığımız <b>Peter Tolan</b>, Hollywood'u oluşturan neredeyse tüm etmenleri; stüdyo yöneticileri, basını, şirketlerin basın danışmanlarını, starları, yönetmenleri, bağımsızları (devrimci yönetmen Hal karakteriyle) hikayenin içine alarak toptan bir ti'ye alma filmi kotarmışlar, dertleri Hollywood'un iç yüzünü göstermek de değil. Bunu sadece kılıf olarak kullanıyorlar, zaten filmin gösterdikleri artık en sıradan bir sinema izleyicinin bile bildiği, bir çok filmde de işlenen gösteri dünyasının perde arkasına bir ek yapmıyor. Ama filmin handikabı ve beklentileri karşılamamasının en büyük nedeni ise bir komedi filmi olmasına rağmen yeterince komik olmaması. "Yeterince" sözcüğü çok sübjektif bir bakış açısını yansıtsa da, yukarda da belirttiğim gibi Billy Crystal kendinden beklenmedik ölçüde, ortalamanın bile altında kalan esprilerle hikayeyi götürüyor. Bir korku filminin başarısı nasıl seyircileri korkutmasındaki başarısına bağlıysa, bir komedi filminden de seyirciyi güldürmesi beklenir ve bu gerçekleşmeyince de "Gözde Çift"te olduğu gibi bir hayal kırıklığı yaşanır.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Film, Amerika'nın gözde çifti olan starların kamera arkasındaki yüzlerini, çocukluklarını, kaprislerini, egolarını vb. göstererek bir çok Hollywood yıldızına da selam çakıyor. Eddie'yi filmin başında ayrılık dolayısıyla yıkılmış bir halde Doğu felsefesinin egemen olduğu bir rehabilitasyon merkezinde ve buradaki garipliklerle göstererek, son dönemde Hollywood'da moda olan Doğu felsefesiyle ilgilenen starlarla da şöyle kalın kalın dalga geçiliyor. Basın gösterimi sırasında ayarlanan dolaplar, tezgahlanan sahneler, starların özel hayatlarının nasıl kullanıldığına ilişkin detaylar bizzat Billy Crystal'ın canlandırdığı Lee karakteri rehberliğinde teker teker ortaya dökülüyor. İşin ironik kısmı, "Gözde Çift"in başrol oyuncularının da, belki John Cusack dışında, bizzat starlardan oluşması; bir nevi her şey iç içe geçmiş sendromu... Sadece perde arkasını göstermek dışında hikayede bir de Eddie'nin gerçekte Kiki'ye aşık olduğunu fark etmesi ve bu ikiliyle <b>Gwen</b> arasında yaşananlar gerçekten de Hollywood'un artık klasik olmuş klişe hikayeleriyle de dalga geçer nitelikte. Senaryonun yapmak istediği de, seyircinin bunun film olduğunu unutmaması ve film içinde film mantığıyla hem Hollywood'un görünmeyen yüzüyle hem klişe hikayeleriyle oynayıp bunları kullanarak seyirciyi güldürmek. Fikir olarak güzel olsa da işleyiş biçimde başarılı olmadığı çok açık.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Filmin en komik ve gerçekten kayda değer belki de tek bölümüyse finalde yapılan basın gösterimi bölümü. <b>Christopher Walken</b> tarafından keyifle yorumlanan devrimci yönetmen Hal tipinin sete yerleştirdiği gizli kameralara yansıyanlar ve bu arada basın gösteriminde yaşananları izlemek gerçekten keyifli, hatta Billy Crystal'ın imzasını tam anlamıyla hissettiğimiz tek yer de bu olsa gerek. Sonuç olarak, zorlama ve vasatın altında esprilerle ilerleyen, hedeflediği oranda ve kalitede de show dünyasıyla dalgasını geçeme-yen bir film "Gözde Çift". Akıllarda bu filmden geriye, sanırsam sadece vahşi köpek ve Lee arasındaki 'duygusal yakınlaşmanın' kalabileceğini söylersek, varın gerisini siz düşünün artık... </span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-76977257727722453142011-04-19T18:00:00.000-07:002011-04-19T18:00:29.270-07:00Bizim Dansımız Filmi<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPiByctNTQU-bKGt8d5qIEduspRf1PKJYAN7k0kCgNprZbA3rdsi-sMoLRp7JtxoaporOhv_WTHGQQnQhdgszTr45zfqKlEak0hak0vKj5GkjuGTmbJAprfcX4h3ui3K7D2D5k_-gxU-pk/s1600/bizim-dansimiz.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="132" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPiByctNTQU-bKGt8d5qIEduspRf1PKJYAN7k0kCgNprZbA3rdsi-sMoLRp7JtxoaporOhv_WTHGQQnQhdgszTr45zfqKlEak0hak0vKj5GkjuGTmbJAprfcX4h3ui3K7D2D5k_-gxU-pk/s200/bizim-dansimiz.jpg" width="200" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Save The Last Dance</span></td></tr>
</tbody></table><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Uzun zamandır "ilk matineye" gitmemiş olmamın heyecanı ile sabah evden çıktım. Yanımda yine uzun zamandır birlikte sinemaya gitmeyi planlayıp bir türlü fırsat bulamadığım annem vardı. Bugün vizyona giren bir filme gitmek istedik ve sinemanın afişleri arasında "<b>Bizim Dansımız</b>" - "</span><b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Save The Last </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Dance</span></b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">" isimli filmi gördük. Fragmanlarını da izlediğim filmin dans, müzik ve gençlik koktuğunu hissetmiştim.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Film aslında klasik sanat ile günümüz müzik ve dansları arasında bir bağlantı kurmuş. Balerin olmak isteyen, dansı ve kaderi sorgulayan bir genç kızın (ki özellikle dansları çok başarılıydı) duygusal ve hareketli öyküsünü anlatıyordu film...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Sara (<b>Julia Stiles</b>) hedefleri olan, geleceğin balerin solistidir. Bir dans seçmeleri öncesinde annesinin seçmelere gelmesini ister. Annesi yolda kaza geçirir ve yaşamını yitirir. Sara annesinin ölümünden kendini sorumlu tutar ve bir daha bale yapmamaya karar verir. Henüz 17 yaşında olduğundan, başka bir şehirde oturan babasının yanına taşınmak zorunda kalır. Yeni bir şehir, yeni bir hayat demektir. Bugüne kadar <b>Hollywood</b> filmlerinde hep beyazların içine giren zencinin çektiği zorluklar anlatılmıştı. "Bizim Dansımız"da ise bunun tam tersiyle karşılaşıyoruz. Zencilerin içinde yaşamak zorunda olan bir beyazın zenciler tarafından nasıl kabullendiğini veya kabullenemediğini izliyoruz. Belki de filmin yapımcıları, bugüne kadar yapılan (artık sanırım onlarda da "Arabesk" kavramını yiyen bu beyaz-zenci konusu) zenci-beyaz konulu filmlere sanki diyetlerini ödemişler.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Neyse annem çok beğendi filmi. Ben de çok beğendim. Hafif bir film ve danstan hoşlananları da sinema salonlarına toplayacak akıcı bir hikaye. Geçtiğimiz yıllarda her iki senede bir dans temalı filmler izlerdik. Bunlardan; "<b>Dirty Dancing - İlk Dans İlk Aşk</b>", "<b>Grease</b>" ve "<b>Salsa</b>" ilk aklıma gelenler. Son yıllarda dans temalı filmlere de acıkmışız (en azından ben acıkmışım).</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Biraz hüzün, biraz eğlence, biraz klasik bale, biraz Hip-Hop figürler, biraz müzik ve biraz da aşk. Klasik bir Hollywood filminin ana malzemeleri. Sokak yaşamı ile okul yaşamının uçurumlarından, Amerikan lise gençlerinin yaptığı illegal işlere, gelişmiş toplumlardaki parçalanmış aile yapılarına kadar klişeleri de barındırıyor açıkçası. Ama çıkışta da insanın yüzünde keyifli bir gülümseme de bırakıyor. "Bizim Dansımız", son günlerde izlediğim en duygusal filmdi. İzleyin siz de duygulanacaksınız. </span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2921631563259170160.post-84397292757604931062011-04-10T09:45:00.000-07:002011-04-10T09:45:48.456-07:00Dr. T. ve Kadınları Filmi<div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Dr. T. ve Kadınları - <b>Dr. T. and the Women</b></span></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGA5Gn8r925TAY4P_DF-SPVbLhoILjCFJUf5M5WdqR6wL6qFQlh1mMA9RMI0yaSb-elKXOjWFF5P8QDK7ZJLdHhtJCAm8nOQheav8DGjEUPXEvitT3BC6sPX3usISPFjIuA2eJ23yqC46w/s1600/Dr.+T.+ve+Kad%25C4%25B1nlar%25C4%25B1.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="100" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGA5Gn8r925TAY4P_DF-SPVbLhoILjCFJUf5M5WdqR6wL6qFQlh1mMA9RMI0yaSb-elKXOjWFF5P8QDK7ZJLdHhtJCAm8nOQheav8DGjEUPXEvitT3BC6sPX3usISPFjIuA2eJ23yqC46w/s400/Dr.+T.+ve+Kad%25C4%25B1nlar%25C4%25B1.png" width="400" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Robert Altman, kendine özgü bir tarzı olan, içiçe geçmiş öyküleri anlatmayı seven bir yönetmen... Sıradan insanların yaşamlarından kesitler sunan filmleri tam yaşam karmaşası formatında sunuyor... Her zaman bol sayıda karakter yaratıyor ve bunlardan odaklanacaklarını seçerken de cimri davranmıyor. Son filmi "<b>Dr. T. Ve Kadınları</b>" da aynı mantığın bir ürünü...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Film, Doktor T.'nin muayenehanesindeki karmaşayı izleyerek başlıyor. Kamera, insanların üzerine kısa sürelerle odaklanıyor, onları izliyor ve sonra onları bırakıp bir başkasına atlıyor. Altman filmlerinde sık rastladığımız bir sahne, filmlerinin bir özeti bu belki de... 'Kimse diğerinden daha "önemli" değil, ama biz bu insanlardan bazılarını "seçiyoruz" ve onların hikayelerini anlatıyoruz size' diyor adeta...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Bu kez "seçilen" kişiler Dr. T ve çevresindeki kadınlar... Ruh sağlığı bozulmuş bir eş, evlenmek üzere olan bir genç kız, ablasını kıskanan kızkardeş, boşanmak üzere olan bir baldız, şehre yeni gelen bir golf öğretmeni, aşık bir hemşire ve ilgi bekleyen hastalar... Altman her biriyle özel olarak ilgileniyor, teker teker her birini izliyor, onları seyirciyle tanıştırıyor.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">Altman, filmlerinde Woody Allen'dan sonra en renkli kadroları oluşturmasıyla ünlü... "Dr. T ve Kadınları"nda da yönetmen yine bol sayıda ünlü isme yer veriyor. <b>Richard Gere</b>, etrafı kadınlarla çevrilmiş bir jinekologu canlandırırken, emekli melek Farah Fawcett, Dr. T'nin ruh sağlığı bozulan eşi ve <b>Kate Hudson</b>, evlenmek üzere olan kızı DeeDee rollerinde oldukça başarılılar... Uzun zamandan beri perdede izleyemediğimiz <b>Laura Dern</b> ve <b>Shelley Long</b>'u da yeniden görmek büyük bir keyif...</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Courier New', Courier, monospace;">80'lerde yaşadığı durgun dönemin ardından 90'larda "The Player - Oyuncu" ve "<b>Short Cuts</b> - Sosyeteden İnsan Manzaraları" gibi çok başarılı iki filme imzasını atan Altman, daha sonra "Pret-a-Porter- Hazır Giyim", "<b>Kansas City</b>", "<b>The Gingerbread Man</b> - Kaybetme Zamanı" ve "Cookie's Fortune - <b>Kurabiyenin Talihi</b>" ile bekleneni vermemişti. "Dr. T Ve Kadınları" ise 76 yaşındaki Altman'ın hala formda olduğunun bir göstergesi, kariyerinin en eğlenceli ve başarılı filmlerinden biri...</span>filmlerhttp://www.blogger.com/profile/06134790933796625811noreply@blogger.com0